Haberler
Bilim & Teknoloji
Yaşam
Kültür & Sanat
Haberler
Bilim & Teknoloji
Kültür & Sanat
Karolinska Enstitüsü’ndeki Nobel ödülü komitesi Stockholm’de 10 Aralık’ta sunulacak Nobel Fizyoloji ve Tıp ödüllerini bu yıl biyolojik saat çalışmalarına verdi. Bu haberi alır almaz bende bir gülümseme belirdi. Zira, birkaç zaman önce işin uzmanları ile yaptığım sohbetlerde biyolojik saat çalışmalarının Nobel ödüllerine çok yakın olduğu belirtiliyordu. Ben ise bağışıklık terapileri ve devrimsel gen düzenleme tekniği CRISPR çalışmaları dururken biyolojik saat çalışmalarının komite tarafından çokta değerlendirilmeyeceğini düşünüyordum. Öyle anlaşılıyor ki biyolojik saat üzerine çalışmalar yürüten etkin bilim insanlarının lobi faaliyetleri işe yaramış ve çok sayıda bilim insanı tarafından Nobel ödülüne aday olarak gösterilen biyolojik saat çalışmalarına Nobel ödül komitesi kayıtsız kalamamış. Yaşamdaki her şeyin bir döngü içerisinde olduğu insanoğlu tarafından ilk keşfedilen buluşların başında geliyor. Yüzyıllar öncesinde günleri, haftaları, ayları, yılları, mevsimleri gözlemlemeye başlayarak bir saatin varlığını hisseden insanoğlu bu saatin organizmalardaki akrep ve yelkovanın ne olduğu konusunda günümüze kadar yüzlerce..
Uyku tüm organizmalarda yaşamın temel davranışlarından biridir. Son yıllarda bir çok çalışma beynin uyku ve uyanıklık periyodunu nasıl kontrol ettiği hakkında bilgiler sunuyor olsa da, halen uykunun gizemi üzerindeki sır perdesi tam olarak aralanmış değil. Araştırmacılar otuz yılı aşkın bir süredir beyinde uyku oluşturucu moleküllerin keşfini gerçekleştirdiler. Bunlar arasında uyku oluşturucu özelliği bulunup en iyi çalışılan molekülerden biri de adenozindir. Son çalışmalar ile beynin Nucleus accumbens bölgesinde adenozin A2A reseptörlerini ekspire eden sinirlerin motivasyon bağlı olarak uyku kontrolünde önemli rol oynadıkları tespit edildi. Adenozinin bu sinirler için her ne kadar doğal aktifleştirici molekül olduğu düşünülse de, bu bölgedeki adenozinin kaynağı henüz bilinmiyor. Birçok çalışma astrositlerden yayılan adenozinlerin uyku hissinin artmasında rol oynadığını gösteriyor. Bu çalışmalarda astrositlerin uyku oluşturucu adenozinlerin kaynağı olduğunu hipotezlensede NAc’deki astrositlerin uyku kontrolündeki rolü bilinmemektedir. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan çalışmada NAc’ın merkez bölgesinde bulunan astrositlerin ve az miktardaki..
Araştırmacılar tarafından yakın geçmişte birçok uyku oluşturucu moleküller (somnojenler) tespit edildi. Bunlardan bazıları sitokinler, anandamide, urotensin II, ve adenozin molekülleridir. Bu moleküller arasında yer alan Prostaglandin D2 (PGD2) uyku indükleyici etkisi ise 30 yılı aşkın bir süredir bilinmektedir. Yapılan çalışmalar uyku indükleyici moleküllerin uzun süreli uyanıklık periyodunda beyinde biriktiklerini gösteriyor. Araştırmacılar uyanıklık periyodunda bu moleküllerin belli bir seviyeye ulaştıktan sonra uyku oluşturucu sinirlere etki ederek beynin uyku fazına geçmesinde rol aldıklarını düşünüyorlar. Bir araşidonik asit türevi olan Prostaglandin D2 iki farklı prostaglandin sentez enzimi (PGDS) olan; hematopoietic PGDS, ve lipocalin-type PGDS tarafından sentezlenmektedir. Çalışmalar lipocalin-type PGD2 synthase (LPGDS) tarafından sentezlenen PGD2’larin uyku oluşturucu özelliklerinin olduğunu ortaya çıkardı. Beyin dokuları üzerinde yapılan deneylerde LPGDS’in; koroid pleksus (CP), leptomeninksler (LM) ve oligodendrositler (OD) hücreleri tarafından üretildiği tespit edildi. Geçtiğimiz günlerde “Frontiers in Cellular Neurobiology” dergisinde yayınlanan çalışmada araştırmacılar ilk kez uyku oluşturucu..
2015 yılında Çinli araştırmacılar ilk kez devrimsel gen düzenleme tekniği olan CRISPR ile insan embriyosunda bir dizi gen düzenleme çalışmaları yaptılar. Teorik olarak bu embriyoların tüp bebek yöntemi ile hayat bulmaları mümkün görünmekte. Öyle görünüyor ki bu ihtimal yakın zamanda hayat bulacak. Çin’in Shenzhen şehrinde bulunan Güney Bilim ve Teknoloji Üniversitesinde Dr. He Jiankui önderliğindeki ekip, Çinli bir çiftten laboratuvar koşullarında elde ettikleri embriyodan CCR5 genini CRISPR tekniği ile çıkarıp tekrar anne rahmine transfer etmeyi düşünüyorlar. Ekip genetiği değiştirilmiş bebeğin HIV, çiçek hastalığı ve koleraya karşı dirençli olacağını düşünüyor. Dr. Jiankui proje hakkında ser verip sır vermese de edinilen bilgilere göre bebek ana rahminde sürekli gözlem altında tutulup, herhangi bir anormallikte embriyonun hayatı sonlandırılacak. Eğer proje planlanılan gibi başarılı bir şekilde sonuçlanırsa bu hem Dr. Jiankui hem de Çin için büyük bir dönüm noktası olabilir. Bu sayede Çin Halk Cumhuriyeti..
Şubat ayında e-posta kutuma düşen mesaj ile önceden bildiğim fakat yoğun araştırma temposundan dolayı değerlendiremediğim Okinawa bilim ve teknoloji enstitüsünün (OIST) düzenlediği gelişimsel nörobiyoloji kursuna bu yıl başvurma kararı aldım. İşlerin yoğunluğundan dolayı pazar günü (başvurunun son günü) danışmanımdan referans mektubunu alma telaşına girsem de sorunsuz bir şekilde gerekli belgeleri zamanında OIST’in internet sistemine yükledim ve başvurumun değerlendirme sürecini beklemeye başladım. OIST’ın Japonya içerisinde çok özel bir konumu var; görece yeni kurulmuş bir enstitü olsa da finansal kaynakları son derece iyi düzeyde. Dolayısıyla kursa seçildiğiniz takdirde tam finansal destek almanız söz konusu. Başvuruyu yaptıktan 1.5 ay sonra organizasyon ekibinden gelen e-posta ile kursa katılma hakkını kazandığımı öğrendim. Bizden araştırmalarımız ile ilgili 8 dakikalık bir konuşma ve poster sunumu hazırlamamızı istediler. Program 2 haftalık periyoda yayılmış ve alanında son derece önemli öncü bilim insanları konuşma vermek üzere davet edilmiş. Bu..
Dr. Clifford B. Saper, karmaşık sinir bağlantılarının aydınlatılması üzerine yaptığı 40 yılı aşkın çalışmalar ile bilinen dünyanın en önemli nöroanatomistlerinden biridir. Sinir hücrelerinin birbirleri ile olan bağlantılarının haritalanması üzerine yaptığı çalışmalar; Obezite, Parkinson, Alzheimer ve Şizofren gibi hastalıkların tedavisine önemli katkılar sağladı. Bunun yanı sıra, Dr. Saper ve ekibi beyindeki uyku ve uyanıklık mekanizmalarının aydınlatılmasına yönelik öncü çalışmalara imza attılar. Beynin, uyku ve uyanıklık arasındaki geçişlerde hangi yolları izlediğini dünya kendisi ve ekibinin gerçekleştirdiği çalışmalardan öğrendi. Son 25 yıldır Harvard Tıp Okulu, Beth Israel Deaconess Tıp merkezinde nöroloji anabilim dalı başkanı olarak ekibi ile birlikte çalışmalarını yürütüyor. Amerika’nın en önemli ve duayen klinik nörologlarından biri olan Dr. Saper ile engin tecrübesi, başarıları ve aydınlattıkları uyku-uyanıklık mekanizmaları ile ilgili çok özel bir söyleşi gerçekleştirdik. Clifford Hocam, söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Bize kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz? Bu fırsatı..
Kıymetli okuyucularım bu yazı ile birlikte bilim.org’taki köşemde 100. yazıma ulaşmış oluyorum. Kutlu olsun! Bu vesile ile 2012 yılında gönüllü olarak katıldığım ve o yıldan bu yana gönüllü olarak katkı sağladığım bilim.org’taki yazı hayatımda önemsediğim çalışmalarımı bu yazıda panoramik olarak sizinle paylaşıp birazda arka plandaki detaylardan bahsetmeye çalışacağım. Öncelikle her şeyin başladığı 2010’lu yıllara dönelim. Heyecanlı bir o kadar tecrübesiz bir moleküler biyoloji ve genetik lisans öğrencisi olarak yeni şeyler öğrenme açlığı içinde tutuşurken yavaştan da ülkedeki araştırma olanaklarının kısıtlığının gerçeği ile de yüzleşmeye başlamıştım. Bir laboratuvara girip aktif çalışmalar yapıp bilgi inşa etme teorikte kulağa en mantıklı gelen yöntem olsa da pratikte ülkemizde bunu tam anlamıyla gerçekleştirebilmek hem araştırma bütçelerinin kısıtlığı, hem de yeteri donanımda laboratuvarlara sahip olan hocaların azlığı nedeniyle oldukça güçtü. Böyle bir ortamda gerçekten hem yeterli bilgiye ulaşıp hem de kendini güncel tutmanın en iyi yöntemi..
Obstrüktif uyku apnesi (OUA), uyku sırasında normal nefes almayı engelleyen üst solunum yollarındaki kas büyümesi nedeniyle sık uyku kesintisi olarak tanımlanır. OUA’nın bir seyri olarak kandaki karbondioksit (CO2) seviyesi yükselir. OUA günlük yaşamı her düzeyde bozar. OUA’nın komorbiditeleri psikolojiden kardiyovaskülere kadar geniş bir yelpazededir. Son çalışmalar, beynin pons bölgesindeki Parabrakial alanında bulunan Kalsitonin geni ile ilişkili peptit eksprese eden nöronların inhibisyonunun farelerde yüksek CO2 seviyelerindeki kortikal uyarılmayı önlediğini göstermiştir (Kaur vd. 2017). Bu bulgu, solunum ve uyarılma mekanizmalarının beyindeki farklı sistemler tarafından modüle edilebileceğini düşündürmektedir. Çalışmalar ayrıca serotonerjik tonların inhibe edilmesinin farelerde uyarılmayı önlediğini de göstermektedir (Kaur vd. 2020). Bu son bulguların ışığında, araştırmacılar OUA hastaları için ameliyatlar ve mekanik müdahaleler gibi tedavilerin aksine daha iyi tedaviler bulmaya yaklaşıyorlar.
Hem kronik hem de akut ağrılar yaşam kalitesini bozan faktörlerin başında gelmektedir. Ağrı, hastaların en sık şikayeti olması nedeniyle klinik düzeyde etkili bir çözüm bulmak için her zaman önemli bir sorun olmuştur. Ağrı sadece basit bir patofizyolojik süreç değildir. Ayrıca dikkat, bilişsel ve duygusal yönleri vardır. Bununla birlikte, geleneksel farmasötik yaklaşımlar, esas olarak ağrı sürecinin karmaşıklığını görmezden gelir (Bushnell vd., 2013). Hayvan modelleri üzerinde yapılan çalışmalar, ağrı durumunda beynin pons bölgesindeki parabrakial nöronların (PB) aktivitesinin son derece arttığını göstermektedir. Bu bulgu, PB’nin ağrı üzerindeki potansiyel rollerini ortaya koymaktadır. PB, duyusal bilgileri ön beyin yapılarına ileten bir istasyon olarak bilinir. PB, esas olarak uyarıcı Glutamaterjik nöronları ve birkaç inhibitör GABAerjik internöronu barındırır. Kanıtlar, PB’nin ön beyin yapıları aracılığıyla ve esas olarak amigdaladan baskılayıcı GABAerjik girdileri aldığını göstermektedir. Daha ileri çalışmalar, lateral PB’ye yansıyan GABAerjik amigdala nöronlarının aktivasyonunun, akut ağrıyı baskıladığını ve..
Kadınlarda uykusuzluk riski çok daha fazladır. Birçok kadın, yaşamları boyunca yetersiz uyku ve uykuya dalma güçlüğü gözlemler. Kadınlara özgü hormonlar olan östrojen ve progesteronun uykudaki rolü her zaman bir gizem olmuştur. Bu hormonların derecesi, kadınlarda ergenlik, menstrüasyon döngüsü ve menopoz öncesi / sonrası dönem boyunca değişir. Östrojen, beyinde uyanıkken aktif bir süreç olan glutamaterjik iletimi uyandırır. Öte yandan, progesteron, esas olarak beyindeki uyanıklık mekanizmsını baskılayan GABAerjik sinyalleri indükler (Barth vd., 2015). Bu kanıt, hipotezsel olarak, kadınların yüksek düzeyde progesteron hormonu nedeniyle menstrüasyon öncesi dönemde, menstrüasyon sonrası döneme göre daha iyi uyuduklarını göstermektedir. Ancak, işler asla bu kadar basit değildir. Menopoz öncesi menstrüasyon döngüsünde, menstrüasyon öncesi dönemde vücut ısısı ve REM uyku bozukluğu artar. Menstrüasyon döngüsü genellikle çoğu kadında hafif olan duygusal ve fiziksel değişiklikleri içerir, ancak bazı kadınlar menstrüasyon öncesi sendroma (PMS) veya menstrüasyon öncesi disforik bozukluğa (PMDD) yol açan..
Virüsler yaşamın kaçınılmaz organizmalarıdır. Onlarla hayatımız boyunca birçok kez karşılaşırız. Viral enfeksiyonlarla ilgili en büyük sorun, genellikle enfekte kişide kalmamaları ve diğer sağlıklı insanlara salgın hastalıklarda olduğu gibi muazzam bir hızla yayılmalarıdır. Çoğumuz bu virüslerle enfekte oluyor ve onlara karşı bağışıklık kazanıyoruz. Ancak, bu her zaman söz konusu olmayabiliyor. Virüs enfeksiyonu vücutta yıkıcı etkilere neden olabilir ve hatta ölüme yol açabilir. Bakterilerin aksine virüslerin erişimi yalnızca iç sistemlerle sınırlı değildir. Küçük yapıları nedeniyle sıklıkla beyne de ulaşırlar. Virüslerin beyin üzerindeki etkileri, araştırmacılar için her zaman büyük bir gizem olmuştur. Beyin iltihabının atipik bir formu olan ensefalit lethargica, 1915 ve 1926 yılları arasında İspanyol gribi salgınıyla eş zamanlı olarak ortaya çıktı. Avustralyalı bir nörolog olan Baron Constantin von Enconomo, kurbanların beyinlerini incelerken iltihaplanma nedeniyle ön hipotalamus nöronlarının lezyonlarının, hastalarda uykusuzluğa yol açtığını keşfetti. (von Economo, K. 1917). Bu bulgu, İspanyol gribi..
Uyku ve ruhsal bozukluklar arasındaki bağlantılar, beyin araştırmaları için her zaman sıcak bir konudur. Giderek artan sayıda rapor, uyku bozukluğunun tüm ruhsal bozukluklar yelpazesinde yaygın olduğunu göstermektedir. Şizofreni, bipolar, majör depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu hastalarının sırasıyla obstrüktif uyku apnesi, sirkadiyen ritim bozukluğu, uykusuzluk ve REM uyku bozukluğu yaşama eğilimi vardır (Myles vd. 2016, Reima vd. 2019). Ayrıca uyku düzeni bozukluğunun mani ve majör depresyonun temel semptomu olduğu bilinmektedir. Depresyon hastalarında uyku süresi genellikle artar veya azalır, mani hastalarında ise uyku ihtiyacı azalır. Buna karşılık, atipik depresyon hastaları aşırı uykudan muzdariptir. Öte yandan, birçok ruhsal bozukluk hastasında aktivite kalıpları uyku profillerinden daha fazla değişiklik gösterir. Bu hastalar genellikle rahatsızlıklar sırasında daha az aktif hale gelirler. Migren gibi baş ağrılarının uyku ile ilişkileri de büyük bir gizemdir. Migren genellikle uykuya dalma ile kendi kendine tedavi edilir. Bu gözlem, uyku ve..
Narkolepsi, uykusuzluk ve uyku apnesi ile birlikte en sık bilinen uyku bozukluklarından biridir. Narkolepsi, gündüz aşırı uyku hali olarak tanımlanır ve bu hastalığın nedeni, 2000 yılında araştırmacıların Orexin/Hypocretin olarak adlandırılan nöropeptid eksikliğinin bu uyku bozukluğunun nedeni olduğunu keşfetmelerine kadar bir gizemdi. Daha ileri çalışmalar, bu nöropeptidin yalnızca hipotalamustan salındığını ortaya çıkardı. Narkolepsi hastaları genellikle uyanıklık döneminde ani kas tonusu kaybı olarak tanımlanan başka bir uyku bozukluğu olan katapleksi gözlemler. Dikkat çekici bir şekilde, raporlar narkolepsi tanısının konması erkeklerde 16 yıl, buna karşılık kadınlarda 28 yıl geciktiğini göstermektedir (Won vd. 2014). Bu bulgu, cinsiyet hormonlarının uyku bozukluklarının semptomlarına aracılık edebileceğini düşündürmektedir. Bazı araştırmalar, kadınların oreksin düzeyinin bir dereceye kadar erkeklere göre daha yüksek olduğunu göstermektedir. Bunun dışında uykusuzluk kadınlarda, uyku apnesi erkeklerde daha sık görülmektedir. Bu, cinsiyet hormonlarının farklı uyku bozuklukları üzerindeki potansiyel etkilerini gösterir. Ayrıca, cinsiyete özgü dönemlerin (yani menopoz,..
Diş macunları, güneş kremleri, boya ve gıda boyaları gibi pek çok yaygın ev ürününde renklendirici olarak kullanılan titanyum dioksit hakkında, “bir gıda katkı maddesi olarak kullanıldığında artık güvenli olarak düşünülemez” kararı verildi.