Haberler
Bilim & Teknoloji
Yaşam
Kültür & Sanat
Haberler
Bilim & Teknoloji
Kültür & Sanat
Bir fotoğrafçı olarak dünyaya farklı bir pencereden bakıyorum. Aksi takdirde sonsuza dek kaybolacak olan anları yakalarım. Fotoğraflarım aşk ve kayıp, umut ve umutsuzluk hikayeleri anlatıyor. İnsanlığın durumunu tüm güzelliği ve kederiyle belgeliyorlar. Benim objektifimden, tarihin en muhteşem anlarından bazılarına tanık oldum. İnsanlığın en kötüsünü de gördüm. Ama ne fotoğrafı çekersem çekeyim, her zaman içindeki güzelliği bulmaya çalışırım. Çünkü benim için fotoğrafçılık budur.
I. Narsisus Minyalıların1 Boeotia2 adını verdikleri topraklarda ünlü Orchemenos3 kentini kurmalarından artık kaç yüzyıl sonra olduğu bilinmez, bir gün peri Liriope ırmakların tanrısı Cephisus’tan4 hamile kaldı. Doğurduğu biricik oğlunun üzerine titreyen güzel peri bilinmeyenlerin bilicisine oğlunun kaderini sorduğunda “kendini bilmezse” uzun yaşayacağı yanıtını aldı. Annesinin Narsisus adını verdiği on altı yaşına giren bu çok güzel genci hem genç erkekler, hem de genç kadınlar arzulardı. O ise kimseyle ilgilenmez, hatta bu ilgiye karşı küstahça davranırdı. Bir gün Juno’nun5 konuşmamaya, sadece duyduğu son kelimeyi tekrar etmeye mahkûm ettiği bir başka peri genç erkeği ormanda gördü ve âşık oldu; Echo6 idi bu perinin
Mahalle oyunlarımızdan biri tıp oyunuydu. Hareket halindeki herkes tıp çağrısıyla dururdu. Kımıldayan oyun dışı kalırdı. Kıpırdamamaya eşlik eden kıkırdama ve olduğun yere kazık çakmış olmak, sabitlenmek nedense ilgimi çekerdi. Oyunlarımızdan bir başkası karagöz-hacıvat oynatmakla bana düştü. Çizgi ya da fotoromanları şerit halinde kesip birleştirmek ve perdenin iki yanındaki çubuk arasında dolaştırıp seyircilerime sunmak meraklarım arasındaydı. Daha sonra dönemin Hayat ve Ses dergilerindeki sinema tanıtım yazılarında kullanılan film karelerini seçip-kesip kareli defterime yapıştırmakla oyunum devam etti. Aslında farkında olmadan hareketli görüntü ile sabit görüntü arasında gidip gelmişim. Son kararım içinde an’ları barındıran fotoğrafçılık oldu. Taşlaşmış, donmuş haliyle fotoğraf karesi bakanı durmaya,
‘Sualtı’ dendiğinde, yaşı kemale ermiş insanların aklına gelecek en önemli şahsiyet hiç kuşkusuz Jacques-Yves Cousteau (1910-1997), nam-ı diğer Kaptan Kusto olacaktır. Fransız kâşif, okyanus araştırmacısı Kaptan Cousteau bilgili, birikimli ve deneyimli mürettebatıyla birlikte Calypso isimli tam donanımlı gemiyle derin sularda yıllarını geçirip sualtı araştırmaları yapmış ve yaptığı araştırmaların görsel kayıtlarını kamuoyuyla paylaşmıştı. Okyanusların derinlikleri hakkında hiçbir fikri olmayan yüz milyonlar merakla Cousteau’nun keşiflerini televizyonlarda izliyor (internet ortamındaki kayıtlara göre 1977-82 yılları arası), izlemeyenlere anlatıyordu. Belleğimiz bizi yanıltmıyorsa o vakit TRT’nin tek kanallı olduğu ve Siyah-Beyaz yayın yaptığı dönemdi. TRT-2 bilahare kültür-sanat kanalı olarak televizyon yayıncılığına dahil oldu. Kaptan Cousteau izleyici
“rengarenk seslerim vardı düşlerimde kaybettim hepsini gün be gün. artık ne umut dolu ülkem ne de umutla koşan kalbim var… o güzel insanlar terk ettiler ruhumu da parça parça, küflü, külgriyim…” Fatih Balkan’ın Terk fotograf çalışması bu sözlerle başlıyor. Albümün sayfalarını çevirdikçe terkin hüznü doluyor içimize. Yaşanmışlıklar, yalnızlıklar, bekleyişler, kaybedişler, gelmeyişler, yitirilmişlikler, hüzünler, ümitsizlikler, yıpranmışlıklar, yok oluşlar karşılıyor bizleri. Fotoğraflar, izleyicide yaşanılan yerlerin terk edilmesinden sonra içlerimizde dolaşan doldurulamaz boşluğu anlatıyor. Albümün önsözünü Tanju Akleman yazmış. Terkedilmiş bir kasabanın yine terkedilmiş bir tren istasyonunda geçmişle gelecek arasında gerçek mi düş mü, uyuyor mu uyanık mı, kasabada mı bir güzel şehirde
Kentsel dönüşüm, şehirlerin fiziki yapısını yenilemeyi hedefleyen bir planlama aracı olarak ortaya çıkmasına rağmen, zamanla kentlerin sosyal dokusunu, kültürel yapısını ve ekonomik ilişkilerini doğrudan etkileyen kapsamlı bir dönüşüm halini almıştır. Türkiye’de özellikle 2000’li yıllardan sonra ivme kazanan bu süreç, sadece yapıları dönüştürmekle kalmamış, aynı zamanda insanların kentle kurduğu ilişkiyi ve şehirde yaşama biçimlerini de köklü bir şekilde değiştirmiştir. Kentsel dönüşüm genellikle fiziksel çöküntü alanlarında, altyapısı zayıf, yapı malzemesi eski mahallelerde başlatılmaktadır. Ancak bu müdahale, çoğu zaman yalnızca fiziksel iyileştirme ile sınırlı kalmaz; mahalle kültürünün, sosyal ilişkilerin ve günlük yaşam pratiklerinin de dönüşmesine yol açar. Eskiden birbirine yakın, tanıdık komşuların yaşadığı
Zamanın Ruhu Herkes zamanı yakalama derdinde. Zaman neydi, ruhu nasıldı, bunun üzerine ilk kimler ve neden düşünmeye başladılar? Günlük yaşamın rutinleri zaman kaygımızı bu noktaya nasıl getirdi? Bildiğimiz bir şey varsa, o da yakında ölecek olduğumuz muydu? Yakın, nasıl bir sürenin derecelendirmesiydi? Bazı sabahlara birer felsefeci gibi şüphe ve kaygıyla uyanmamızın nedeni, belki de yanıt arayıp bulamadığımız sorulardı. Neyse ki bunları zaman zaman unutturan müzik, edebiyat ve sanat vardı hayatımızda. Oysa artık orman sözcüğünü bile kolaylıkla dile getiremiyorduk. O masalların gizlerine tanık olan, o içinde yolumuzu kaybettiğimiz orman, bugün gölgesindeki tüm canlılarla birlikte dünyanın birçok bölgesinde yangınlara teslim olmuş durumda.
Borusan Contemporary, yeni kültür-sanat sezonunda endüstriyel manzaraları konu alan geniş format fotoğraflarıyla tanınan ve Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’yla uzun soluklu işbirliğini sürdüren Kanadalı sanatçı Edward Burtynsky’yi ağırlamaya hazırlanıyor. Marcus Schubert küratörlüğünde gerçekleşecek Edward Burtynsky: Dönüşen Yeryüzü başlıklı sergi, sanatçının otuz yılı aşkın kariyerine ışık tutan kapsamlı bir seçki sunarken; doğanın kırılgan dengelerine dair çarpıcı bir…
Bölüm 10, Hindistan, Mumbai (Devam) 8 Temmuz 2024 – Pazartesi Sabah erken kalkmıyoruz. Elçilikten “bugün pazartesi, havaalanı ile haberleşmemiz devam ediyor, belki bir şey çıkar, siz yarın gelin.” mesajı ile günümüz boşalıyor. Kahvaltımızı yine otelde yapıp dışarı çıkıyoruz. İki yer hedefledik bugün. İlki için bir taksiye atlayıp gidiyoruz. Yer çok ilginç “Dhobi Ghat”. Koca bir mahalle çamaşırhane. Şehrin küçük otelleri, hostelleri, işyerleri, lokantalar veya evlerin çamaşırlarının yıkandığı bir yer. Amir Khan ‘ın “Mumbai Günlükleri – Dhobi Ghat” filmini izlerseniz hem Mumbai hem de bu çamaşırhane ile ilgili yazdıklarımı okumanıza gerek yok, fazlasıyla yerine geçer.