Haberler
Bilim & Teknoloji
Yaşam
Kültür & Sanat
Haberler
Bilim & Teknoloji
Kültür & Sanat
Bir fotoğrafçı olarak dünyaya farklı bir pencereden bakıyorum. Aksi takdirde sonsuza dek kaybolacak olan anları yakalarım. Fotoğraflarım aşk ve kayıp, umut ve umutsuzluk hikayeleri anlatıyor. İnsanlığın durumunu tüm güzelliği ve kederiyle belgeliyorlar. Benim objektifimden, tarihin en muhteşem anlarından bazılarına tanık oldum. İnsanlığın en kötüsünü de gördüm. Ama ne fotoğrafı çekersem çekeyim, her zaman içindeki güzelliği bulmaya çalışırım. Çünkü benim için fotoğrafçılık budur.
Ya da Aktivist Fotoğrafçı Kimdir? Aktivizm, bir toplumda ya da dünyada var olan sosyal, politik, çevresel veya ekonomik sorunları ele almak ve bunları çözmek için bireylerin ya da grupların yaptığı organize bir çabadır. Aktivistler, statükoyu değiştirmek, eşitsizlikleri ortadan kaldırmak, adaleti sağlamak ya da çevreyi korumak için harekete geçerler. Aktivizm barışçıl protestolar, sivil itaatsizlik, sanat, eğitim, sosyal medya kampanyaları ve lobicilik gibi yöntemlerle yapılabilir. Fotoğrafçılar da görsel bir dili seçerek fotoğraf aktivisti olabilirler. Aktivizmin Türleri: 1. Sosyal Aktivizm: Irkçılık, toplumsal cinsiyet eşitliği, LGBTQ+ hakları gibi konularla ilgilenir. Hükümet politikalarının değişmesi ya da insan hakları ihlallerine son verilmesi için çalışır. Örneğin, Rosa
Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Özlem Dikeçligil https://www.instagram.com/ozlem_dikecligil/ tarafından yayına hazırlanmıştır. . . . . . . . . . . . . *Dikkat spoiler içerir. Tolstoy, Anna Karenina’nın açılışını “Öç benimdir, karşılığını ben vereceğim” 1 epigrafıyla yapar. Romana girişi de hepimizin bildiği gibi “Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir” cümlesiyledir. “Mutluluk” ve “öç” kelimelerinin peş peşe olması romanın sonunda neyle karşılaşacağımıza dair çok ince bir atıftır. Daha önce Tolstoy’u hiç duymamış, Anna Karenina diye bir romanın varlığından hiç haberdar olmamış birisi bile (eğer öyle biri varsa) bu epigrafı okuduğunda romanın çekirdeğinde parlayan
Marcus Aurelius’un “Kendime Düşünceler’’ kitabından bir cümle uzun zamandır kafamı meşgul ediyor. Stoacı felsefe acı çekmenin insanın yaratıcı gücünü geliştirdiğini söyler. Yaratmak dediğimiz şeyin duygularla çok ilgisi olduğu kesin. Yaratmak çok acı çekmektir ve aynı zamanda yaratmak çok haz duymaktır. İnsanın yaratım sürecinde Aristoteles, Metafizik ‘inde (Metaph VI. 1025 b) insanda üç temel faaliyet bulur. Birincisi “bilme” ikincisi, eyleme geçme’’, üçüncüsü “yaratma” etkinliğidir. Bu iki paragraftan yola çıkarak “acı’’nın sanatta olan bağına bakalım istedim. Çünkü sanat bazen sadece ifade değil bir çağın tanıklığıdır. Dünyada yaşanan savaşlar, felaketler ve haksızlıklar için yapılan isyanlar gelecek nesillerin hafızası olmuş. Asırlardır, insanlar acılarını ağıtlarla,
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Sanat Tarihi okumaktayım. İki yıldır fotoğraf denemeleri yapıyorum. Fotoğraf makinam ile büyük bir enginliğe, bir tür sessizliğe ve mutlak zamana ulaştığımı hissediyorum. Açıklaması olanaksız bir doygunluk içinde yaşanıyor bu anlar ve bu anlardan geriye bu yoldaki uğraşılarımı sürdürme arzusu kalıyor. Kütüphaneler, esinlenme yeri benim için, derin düşüncelere dalmakla geçen bu saatleri seviyorum. Edebiyat, şiir hayatımın dokusunu oluşturuyor, benliğimi onlarla dolduruyorum diyebilirim. Üstelik onlarla kurduğum uzun bir tanışıklıktır bu. Fotoğraflarım aracılığı ile; Lewis Carroll’ın Aynanın İçinden’ de sözünü ettiği gibi! “Kaybolmuş görkemler cennetine eriştiğinde. Bir bakışın duruluğunu, bir yanağın belli belirsiz ayva tüyünü, dudakların hem ciddiyetinde
Versus Arts, 7-22 Haziran 2025 tarihleri arasında benlik kavramına odaklanan “Selfhood” başlıklı sergiye ev sahipliği yapacak. Dr. Nilay İşlek’in küratörlüğünü üstlendiği sergi, benlik temasına kendi özgün dilleriyle yaklaşan yedi çağdaş fotoğrafçı Chloi Kountouridou, Gian Maitelli, Hüseyin Ovayolu, Nacho Rivera, Semra Diana Halipoğlu, Seren Şarapçıoğlu, Yiğit Günel’i bir araya getirerek izleyiciyi hem görsel hem de entelektüel…
Günümüzde fotoğraflar, sadece bir anı yakalamanın çok ötesinde; zamana, mekâna ve ışığa karşı kurulan bir bağ haline geldi. Ve bu bağı güçlendirmek adına, telefon kameralarımızın hep üstün performans göstermesini bekliyoruz. Fotoğraf sanatçısı Mehmet Turgut da kadrajından çıkan görsellerdeki derin anlatılara, Leica’nın üstün performansıyla buluşan Xiaomi 15 Ultra ile birlikte yeni bir durak ekliyor: Nemrut! Mehmet... devamı
Elimizde mozaikler, ters perspektif; eski bir Bizans resminden sökülmüş gibi. Yakınlaştıkça uzaklaşıyor, çözdükçe karışıyor. John Berger’den çok önce, üzdüğü kadınlar ona “istilacı” adını takmışlardı. Picasso’nun gözünün görebildiği bütün kıyıları alma tutkusu vardı. İyi ki, yalnızca bir ressamdı. İstediği her şeyin resmini yaptı ve ünü tüm dünyayı tutmuş bir efsane olarak yapıtlarıyla bizi hayli meşgul etti. Onca geometrik formun arasından hüznü seçilen Mandolinli Kız’ı, Bask’ın incisi Guernica şehri Alman uçakları tarafından bombalandıktan hemen sonra yaptığı o büyük mahşer manzarasını; göğüsleri dışarıda çılgınca el ele koşan iki kadının yer aldığı Yarış’ı, İkinci Dünya Savaşı’nda Paris’in kurtarıldığı gün Poussin’in Pan’ın Zaferi’ni -belki de
İstanbul’un sınırlarında kalan, çoğu zaman görünmeyen peyzajlar... Hüseyin Güler’in fotoğrafları, doğa ile insan müdahalesi arasındaki hassas dengeyi sessiz bir tanıklıkla kayda geçirir. Genellikle İstanbul odaklı projeler üreten Güler, özellikle kentin kuzey bölgelerindeki ormanlar, göller, kıyılar ve dönüşüm içindeki ekolojik alanlara yoğunlaşır. Fotoğraf pratiğini kentsel hafıza, ekolojik yıkım ve mekânsal dönüşüm ekseninde inşa eder. Onun objektifinde…
20. yüzyılın en bilinen görüntülerinden biri olan yukarıdaki fotoğrafla karşılaşmamış pek az insan vardır. Pulitzer ödülüne layık görüldüğünde taşıdığı isimle “Savaşın Dehşeti”nin önemi ve etkisinden bahsedeceksek, James Nachtwey’in şu sözlerine ekleyecek bir şey olmasa gerek: “Dokuz yaşındaki bir kızın acısında, haksız bir savaşı haklı çıkarmak için Amerika’nın ‘en becerikli ve en zekilerinin’ tasarladığı tüm siyasi manevralardan daha fazla güç ve gerçek vardı. Savaş boyunca ortaya konan binlerce imge arasında muhtemelen bu fotoğraf tek başına halk bilincinde savaşı sona erdirmeyi sağlayan kritik kütleyi yaratmakta orantısız bir ağırlığa sahip olmuştur. Bugün bu fotoğraf sadece Vietnam Savaşının değil, tüm savaşların karşısında bir suç delili olarak duruyor.” (1)
Kuzey İrlanda’nın başkenti Belfast, yüzyıllardır süregelen politik ve dini ayrımların, 20. yüzyılda şiddetli bir şekilde patlak verdiği bir şehir oldu. Katolik ve Protestan topluluklar arasındaki gerilim, sadece dini değil, aynı zamanda ulusal kimlik, egemenlik ve adalet üzerinden şekillenen karmaşık bir mücadeleye dönüştü. Bu çatışmanın temelinde, Katoliklerin yani Cumhuriyetçilerin ya da İrlanda Kurtuluş Ordusu’nun öncülüğünde, birleşik bir İrlanda talebi ve İngiliz yönetimine karşı direnişi, Protestanların UVF yani Ulster Gönüllüleri Ordusu’nun ve benzeri paramiliter örgütlerinin öncülüğünde Birleşik Krallığa bağlı kalma isteği yer alıyordu. Bu farklılık, zamanla sadece düşünsel bir ayırım olmaktan çıkıp, günlük hayatın her alanına sirayet eden şiddetli bir ayrılığa dönüştü:
Birçok insan Jim Marshall’ı (1936-2010) düşündüğünde rock and roll tarihinden sahneler aklına gelir: Monterey Pop Festival’da gitarını yakan Jimi Hendrix, San Quentin Eyalet Hapisanesi’nde el hareketi çeken Johnny Cash, elinde bir şişe Souther Comfort, üzerinde parlak, kısa bir elbiseyle şuh bir kahkaha atan Janis Joplin, Golden Gate Park’ta "Summer of Love" konserini veren The Charlatans.…
Christopher Herwig’in Sovyet Metro İstasyonları adlı fotoğraf serisi, 1930’lardan 1980’lere kadar farklı zamanlarda inşa edilmiş metro ağlarının harikulade ayrıntılarını bir araya getiriyor. Uğruna toplamda 30.000 km yol kat ettiği projeyi 12 yılda bitiren Herwig, 7 ülkenin 15 şehrinden fotoğraflar sunuyor. Kanadalı fotoğrafçı, projesini şu sözlerle anlatıyor: “Moskova, St. Petersburg ve Taşkent’e 1990’ların sonundan bu yana…
1960’ların sonunda hem yönetmen Jean-Luc Godard hem de rock grubu The Rolling Stones, üretkenliklerinin ve şöhretlerinin zirvelerinde dolaşıyorlardı. Godard, 1967’de üç uzun metraj film çekmiş, The Rolling Stones ise aynı yılın Ocak ayında Between the Buttons’ı, Aralık ayında ise Their Satanic Majesties Request’i yayımlamıştı. Godard ile Stones’u bir araya getiren ise bir bakıma 1968 yılının…
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, Cumhuriyet’in ilk yıllarında mimarlığı, merakı ve maceraperestliğiyle öne çıkan Arif Hikmet Koyunoğlu’nun izini süren bir fotoğraf sergisine ev sahipliği yapıyor. Maceraperest Bir Mimarın Fotoğrafhanesi: Arif Hikmet Koyunoğlu 1893–1982 başlıklı sergi, Koyunoğlu’nun 20. yüzyıl başından itibaren çektiği fotoğraflar eşliğinde, hem yaşam öyküsüne hem de Türkiye’nin dönüşen yüzüne bir bakış sunuyor. Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, 2025 yazında, Cumhuriyet’in ilk yıllarının özgün simalarından ve önemli mimarlarından Arif Hikmet Koyunoğlu’nu odağına alan yeni sergisiyle ziyaretçileri zamanda bir yolculuğa davet ediyor. Maceraperest Bir Mimarın Fotoğrafhanesi: Arif Hikmet Koyunoğlu 1893–1982 başlıklı sergi, Koyunoğlu’nun erken 20. yüzyılda çektiği fotoğraflar aracılığıyla
Henüz 17 yaşındayken New York’un Bronx bölgesinde yaşayan Stanley Kubrick, Look dergisi için fotoğrafçılık yapıyordu. Dergiye ilk fotoğrafını, bir gazete bayiinde Franklin D. Roosevelt’in ölümünü duyuran manşetleri çekerek 1945’te satmıştı. Ekim 1946’da kadrolu çalışmaya başladı, Ağustos 1950’de ayrıldı. Kubrick için hikâyenin nasıl devam ettiğini biliyorsunuz. Look’un yayın hayatı ise onun ayrılmasının ardından 21 yıl daha sürdü.…