Haberler
Bilim & Teknoloji
Yaşam
Kültür & Sanat
Haberler
Bilim & Teknoloji
Kültür & Sanat
Bir fotoğrafçı olarak dünyaya farklı bir pencereden bakıyorum. Aksi takdirde sonsuza dek kaybolacak olan anları yakalarım. Fotoğraflarım aşk ve kayıp, umut ve umutsuzluk hikayeleri anlatıyor. İnsanlığın durumunu tüm güzelliği ve kederiyle belgeliyorlar. Benim objektifimden, tarihin en muhteşem anlarından bazılarına tanık oldum. İnsanlığın en kötüsünü de gördüm. Ama ne fotoğrafı çekersem çekeyim, her zaman içindeki güzelliği bulmaya çalışırım. Çünkü benim için fotoğrafçılık budur.
28 Temmuz 2021 tarihinde Manavgat’ta başlayan ve daha sonra ülkemizin pek çok noktasında çıkan orman yangınlarında Avrupa Orman Yangınları Bilgi Sistemi’nin (EFFIS) verilerine göre 178 bin hektar civarında, yani 1 milyar 780 milyon metrekare, başka bir ölçü ile yaklaşık 250 bin futbol sahası büyüklüğünde ormanlık alan yok oldu. 15 gün içinde 49 il ve birçok ilçede çıkan 15’i büyük olmak üzere 299 orman yangınında aynı zamanda tarım arazileri, seralar, yerleşim alanları da zarar gördü, 8 vatandaşımız hayatını kaybetti, yüzlercesi yaralandı ve binlerce hayvan can verdi. Orman yangınları ne yazık ki her yıl artarak devam ediyor. Sorun artık küresel bir sorun
Öncelikle filmi geriye sarıp geçmiş zamana kısa bir yolculuk yapalım ki anlamlı ve samimi bir sohbet atmosferi oluşsun. Malûmları olduğu üzere kaleme aldığımız metinler kısa sayılmaz, çoğunlukla sayfalar süren uzun metinlerdir. Uzun metinlerin nedeni, meramımızı yazılı metin aracılığıyla yekpare anlatabilmenin yolunun bundan geçmesidir. Mamafih uzun metinlerin okuyucusu sınırlıdır. Ancak bu vaziyet bizi hiç mi hiç rahatsız etmiyor. Çok okunan biri olmak derdinde değiliz çünkü. Sınırlı sayıdaki okuyucunun ağız tadıyla metni okuyabilmesi için ise, metinlerin akıcı ve anlaşılabilir olması icap eder. Bundan ötürü sohbet atmosferi oluşturmaya gayret etmekteyiz. Öteden beri söylenegelir: “Önce söz vardı.” Genel geçer hale gelmiş kalıpla (klişeyle) başlayıp
İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği (İFSAK), 2025–2026 Sezon Açılış Sergisi için 18–28 yaş arası genç fotoğraf sanatçılarının eserlerini paylaşmaya davet ediyor. Doğa, portre, sokak hikâyeleri, belgesel projeler, stüdyo çekimleri ile kavramsal ve deneysel çalışmalar dâhil olmak üzere her türden üretimle başvuruda bulunabilecek katılımcılar, özgün bakış açılarıyla kendilerini özgürce ifade etme imkânı bulacaklar. Genç sanatçılar,…
Anılar mı, yoksa fotoğraflar mı; yaşamın yanında soluk birer suret benzeri kalan küçük oyunların adı… Eski bir tahta ev, kırda yalnız ağaç, elindeki ekmeği kemiren çocuk, devrim yapan bulutlar, kentin en kalabalık caddesi, bir zamanlar uğruna her şeyi feda edebileceğinizi düşündüğünüz eski sevgili, su birikintilerinde yansıyan güneş, eski mezar taşları; geçen günlerimiz ve ömrümüz. Karşımıza çıkan her şeye bakacak, dinmez bir hırsla alıp eve götürmek isteyecek ve makinemizi çıkarıp fotoğrafını çekecektik. Anları mülk edinecektik, anıların geleceği için. Tarihin çarmıhına gerilmiş görüntüler, unutmayı ne kadar erteler? Hafıza anılara yaslanmadan sağlıklı işleyebilir mi… Nesne kaybolursa, fotoğraf daha mı değerlenir? Ve gelecek söylendiği
İstanbul’un kalbinde, zamanın katmanları arasında bir yürüyüşe davet... Usta fotoğrafçı Timurtaş Onan ile gerçekleştirdiğimiz bu söyleşi, yalnızca yeni kitabı “İstanbul’un Hanları” üzerinden değil, aynı zamanda kırk yılı aşkın süredir kentle, insanla ve fotoğrafla kurduğu derinlikli ilişkinin izinde şekillendi. Onan, yaklaşık on yıla yayılan bir çalışmanın ürünü olan bu kitapla, Kapalıçarşı’dan Perşembe Pazarı’na uzanan hanları sadece…
Fotoğraf, ışığın duyarlı bir yüzey üzerine düşmesiyle oluşan ve bu sayede görüntünün kalıcı hâle gelmesini sağlayan görsel bir ifade biçimidir. 1839 yılında Fransız Bilimler Akademisi’nde kamuoyuna duyurulmasının ardından, başta tıp, bilim, haber ve belgeleme olmak üzere pek çok alanda hızla kullanılmaya başlanmıştır. Bu alanlarda fotoğraf, belirli kurallara ve amaçlara hizmet eden teknik bir araç hâline gelirken, fotoğrafçının temel işlevi de gözlemlenen gerçekliği en doğru ve etkili biçimde kaydetmek olmuştur. Ancak fotoğraf, yalnızca objektifin gördüğünü kaydeden soğuk bir belge değildir. Tam tersine, insanın görsel algısına hitap eden güçlü bir ifade biçimi olarak da öne çıkar. İnsan, dünyayı önce görerek tanır; dili
Dilara Pak d.1990, 2011 yılında Uşak Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği lisans programından mezun olmuştur. 2024 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat Bölümü Fotoğraf ve Video Anasanat Dalı’nda lisans eğitimini tamamlamıştır. Sanatsal pratiğini gerçek ile rüyanın sınırlarında tekinsiz ve muğlak olanı takip ederek kurar. İmge örüntülerinin yol açtığı arayışını beden, mekan ve kimliği odağına alan…
I. Narsisus Minyalıların1 Boeotia2 adını verdikleri topraklarda ünlü Orchemenos3 kentini kurmalarından artık kaç yüzyıl sonra olduğu bilinmez, bir gün peri Liriope ırmakların tanrısı Cephisus’tan4 hamile kaldı. Doğurduğu biricik oğlunun üzerine titreyen güzel peri bilinmeyenlerin bilicisine oğlunun kaderini sorduğunda “kendini bilmezse” uzun yaşayacağı yanıtını aldı. Annesinin Narsisus adını verdiği on altı yaşına giren bu çok güzel genci hem genç erkekler, hem de genç kadınlar arzulardı. O ise kimseyle ilgilenmez, hatta bu ilgiye karşı küstahça davranırdı. Bir gün Juno’nun5 konuşmamaya, sadece duyduğu son kelimeyi tekrar etmeye mahkûm ettiği bir başka peri genç erkeği ormanda gördü ve âşık oldu; Echo6 idi bu perinin
Mahalle oyunlarımızdan biri tıp oyunuydu. Hareket halindeki herkes tıp çağrısıyla dururdu. Kımıldayan oyun dışı kalırdı. Kıpırdamamaya eşlik eden kıkırdama ve olduğun yere kazık çakmış olmak, sabitlenmek nedense ilgimi çekerdi. Oyunlarımızdan bir başkası karagöz-hacıvat oynatmakla bana düştü. Çizgi ya da fotoromanları şerit halinde kesip birleştirmek ve perdenin iki yanındaki çubuk arasında dolaştırıp seyircilerime sunmak meraklarım arasındaydı. Daha sonra dönemin Hayat ve Ses dergilerindeki sinema tanıtım yazılarında kullanılan film karelerini seçip-kesip kareli defterime yapıştırmakla oyunum devam etti. Aslında farkında olmadan hareketli görüntü ile sabit görüntü arasında gidip gelmişim. Son kararım içinde an’ları barındıran fotoğrafçılık oldu. Taşlaşmış, donmuş haliyle fotoğraf karesi bakanı durmaya,
‘Sualtı’ dendiğinde, yaşı kemale ermiş insanların aklına gelecek en önemli şahsiyet hiç kuşkusuz Jacques-Yves Cousteau (1910-1997), nam-ı diğer Kaptan Kusto olacaktır. Fransız kâşif, okyanus araştırmacısı Kaptan Cousteau bilgili, birikimli ve deneyimli mürettebatıyla birlikte Calypso isimli tam donanımlı gemiyle derin sularda yıllarını geçirip sualtı araştırmaları yapmış ve yaptığı araştırmaların görsel kayıtlarını kamuoyuyla paylaşmıştı. Okyanusların derinlikleri hakkında hiçbir fikri olmayan yüz milyonlar merakla Cousteau’nun keşiflerini televizyonlarda izliyor (internet ortamındaki kayıtlara göre 1977-82 yılları arası), izlemeyenlere anlatıyordu. Belleğimiz bizi yanıltmıyorsa o vakit TRT’nin tek kanallı olduğu ve Siyah-Beyaz yayın yaptığı dönemdi. TRT-2 bilahare kültür-sanat kanalı olarak televizyon yayıncılığına dahil oldu. Kaptan Cousteau izleyici
“rengarenk seslerim vardı düşlerimde kaybettim hepsini gün be gün. artık ne umut dolu ülkem ne de umutla koşan kalbim var… o güzel insanlar terk ettiler ruhumu da parça parça, küflü, külgriyim…” Fatih Balkan’ın Terk fotograf çalışması bu sözlerle başlıyor. Albümün sayfalarını çevirdikçe terkin hüznü doluyor içimize. Yaşanmışlıklar, yalnızlıklar, bekleyişler, kaybedişler, gelmeyişler, yitirilmişlikler, hüzünler, ümitsizlikler, yıpranmışlıklar, yok oluşlar karşılıyor bizleri. Fotoğraflar, izleyicide yaşanılan yerlerin terk edilmesinden sonra içlerimizde dolaşan doldurulamaz boşluğu anlatıyor. Albümün önsözünü Tanju Akleman yazmış. Terkedilmiş bir kasabanın yine terkedilmiş bir tren istasyonunda geçmişle gelecek arasında gerçek mi düş mü, uyuyor mu uyanık mı, kasabada mı bir güzel şehirde
Kentsel dönüşüm, şehirlerin fiziki yapısını yenilemeyi hedefleyen bir planlama aracı olarak ortaya çıkmasına rağmen, zamanla kentlerin sosyal dokusunu, kültürel yapısını ve ekonomik ilişkilerini doğrudan etkileyen kapsamlı bir dönüşüm halini almıştır. Türkiye’de özellikle 2000’li yıllardan sonra ivme kazanan bu süreç, sadece yapıları dönüştürmekle kalmamış, aynı zamanda insanların kentle kurduğu ilişkiyi ve şehirde yaşama biçimlerini de köklü bir şekilde değiştirmiştir. Kentsel dönüşüm genellikle fiziksel çöküntü alanlarında, altyapısı zayıf, yapı malzemesi eski mahallelerde başlatılmaktadır. Ancak bu müdahale, çoğu zaman yalnızca fiziksel iyileştirme ile sınırlı kalmaz; mahalle kültürünün, sosyal ilişkilerin ve günlük yaşam pratiklerinin de dönüşmesine yol açar. Eskiden birbirine yakın, tanıdık komşuların yaşadığı