Haberler
Bilim & Teknoloji
Yaşam
Kültür & Sanat
Haberler
Bilim & Teknoloji
Kültür & Sanat
NASA'nın takip ettiği Güneş Sistemi dışındaki onaylanmış gezegenlerin (ötegezegenler) sayısı 6.000'e ulaştı. Bu dönüm noktası, keşiflerin hızlandığını göstermektedir ve 8.000'den fazla aday gezegen onaylanmayı beklemektedir. Gelecekteki bilimsel odak, Nancy Grace Roman Uzay Teleskobu ve Yaşanabilir Dünyalar Gözlemevi gibi araçlarla Dünya benzeri gezegenleri bulmaya ve atmosferlerinde biyolojik imzaları aramaya kaymıştır.
Uzay fotoğraflarında gözlemlediğimiz canlı renkler, sadece estetik bir manzara sunmaktan öte, evrenin derinliklerindeki kozmik yapıların kimyasal bileşimi, sıcaklığı, yoğunluğu ve evrimsel süreçleri hakkında astronomlara paha biçilmez bilimsel bilgiler sağlayan bir dil görevi görür.
Bu yazımızda, insanlığın tarih sahnesine çıkışıyla birlikte çevresel etmenlerin toplum ve birey üzerindeki etkileri doğrultusunda şekillenen ve hayvanlara kutsal değer ve anlamlar yüklenmesine neden olan inanç pratiklerine odaklandık. Hayvanların yalnızca biyolojik varlıklar olarak değil, aynı zamanda mitolojik, sembolik, etik ve ruhsal düzlemlerde de anlamlandırıldığı, tarih boyunca farklı kültürel zeminlerde gözlemlenebilir bir örüntü olarak karşımıza çıkmaktadır. Asırlar süren bu süreçte hayvanlar, kimi zaman gökyüzüyle yer arasında aracılık yapan kozmik haberciler, kimi zaman da doğanın ruhunu taşıyan totemik figürler ya da ataların yeryüzündeki yansımaları olarak konumlandırılmışlardır. Özellikle animist inanç sistemleri üzerinden yürütülen tartışmalarda, hayvanların kutsallığının yalnızca fiziksel güçlerine ya da doğa içindeki rollerine duyulan hayranlıkla açıklanamayacağı görülmüştür. Hayvanlara atfedilen kutsallığın şekillendiği bu inanç sistemleri-ister Paleolitik Dönem mağara resimlerinde, ister Sibirya'dan Avustralya'ya uzanan şaman ritüelleri ve Aborjin mitolojilerinde olsun-insanlığın doğa ile kurduğu ilişki biçiminin çok katmanlı ve süreklilik arz eden yönlerini yansıtmaktadır. Bu ilişkide kutsal olan, insanın kendi dışında bir güce boyun eğmesi değil; insanla hayvan, doğayla birey arasında kurulan karşılıklı tanıma, sorumluluk ve sınır bilgisine dayalı bir yaşam anlayışıdır. Bu açıdan baktığımızda, hayvan tapınımı olarak adlandırılan olgunun, yalnızca dinsel bir ritüel pratiği değil, aynı zamanda doğayla kurulan etik, estetik ve varoluşsal ilişkinin ifadesi olduğu anlaşılır. Günümüz hayvan hakları savunucularının, hayvanları bilinçli ve hak öznesi olarak tanımlaması, temelde animist düşüncenin kadim ontolojisiyle-farkında olunmadan-örtüşen bir kavrayıştır. Bu bağlamda, geçmişin inanç sistemleriyle bugünün etik talepleri arasında düşündüğümüzden çok daha derin bir bağ bulunduğu söylenebilir. Bu yazımızda, hayvanların hangi düşünsel süreçlerle kutsallaştığını, hangi olayların ya da sembolik anlamların onları sıradanlıktan çıkarıp farklı bir konuma taşıdığını ve farklı kültürlerde nasıl şekillendiklerini ele alacağız. Mitolojik örneklerden halk inanışlarına, dini metinlerden toplumsal ritüellere kadar uzanan geniş bir çerçevede hayvanların neyi temsil ettiğini, ne zaman sıradanlıktan çıkıp anlam yüklü varlıklara dönüştüğünü inceleyeceğiz. Amacımız, hayvanların kültürel hafızadaki izlerini takip ederek insanın doğayı anlamlandırma çabasının hayvan figürleri üzerinden nasıl şekillendiğine odaklanmaktır.
Limbik sistemin yapıları beynin derinliklerinde, temporal lobların hemen altında ve beyin sapının hemen üzerinde, serebral korteksin altında bulunur. Limbik sistem amigdala, hipokampus, hipotalamas, singulat girus gibi yapıları kapsar. Özellikle amigdala korku, öfke, sevinç gibi temel duyguların işlenmesinden sorumludur. Bu nedenle limbik sistem duyguların oluşturulduğu, anlamlandırıldığı, bedende ifade edildiği ve belleğe kaydedildiği bir merkez olarak kabul edilir ve sinir sistemimizin duygusal yönü olarak görülür.
Araştırmacılar, aşırı sıcak maddelerin atom sıcaklığını ilk kez doğrudan ölçmeye çalışırken yanlışlıkla onlarca yıllık bir teoriyi çürüttüler ve altının, teorik erime sıcaklığının 14 katına kadar erimeden ısıtılabileceğini keşfettiler.
Yeni bir çalışma, canlı türlerinin büyük bölümünün birkaç büyük grupta yoğunlaştığını ortaya koyuyor. Analizler, bitkilerden böceklere ve omurgalılara kadar bilinen türlerin %80’inden fazlasının hızlı çeşitlenme dönemlerinde evrimleştiğini gösteriyor. Bu çeşitlenmeler, yeni yaşam alanları veya evrimsel yeniliklerle tetikleniyor. Bulgular, yaşam çeşitliliğinin evrimsel dinamiklerini anlamada kritik bir adım sunuyor.
Yeni bir araştırma, ısı stresine maruz kalan Victoria Tazmanya Meşesi ormanlarının hızla seyreldiğini ve karbon yutağından karbon kaynağına dönüştüğünü ortaya koyuyor. Melbourne ve New Hampshire üniversitelerinden bilim insanları, 50 yıllık veriyi analiz ederek her derece sıcaklık artışında %9 ağaç kaybı yaşandığını keşfetti. Araştırma, 2080 yılına kadar 3°C'lik artışla ağaç yoğunluğunun %24 azalacağını ve bunun bir milyon arabanın 75 yıl boyunca yol kat etmesi kadar karbon salınımına neden olacağını gösteriyor. Çalışma, seçici ağaç seyreltme yönteminin ormanların kuraklığa dayanıklılığını artırabileceğini öne sürüyor.
Son 20 yılda Kuzey Kutbu’ndaki deniz buzu kaybı beklenenden daha yavaş ilerledi. Uydu verileri, kayıp oranının önceki dönemlere göre dört-beş kat azaldığını gösteriyor. Modeller, bu yavaşlamanın doğal iklim çeşitliliğinden kaynaklanan geçici bir duraklama olduğunu ortaya koyuyor. Bilim insanları, sürecin yakında hızlanarak uzun vadeli düşüş eğilimini yakalayacağını vurguluyor.
Cell dergisinde yayınlanan çalışma, domatesin patatesin ortaya çıkmasını sağladığını ortaya koyuyor. Araştırmacılar, erken dönem domates bitkilerinin yaklaşık 9 milyon yıl önce başka bir atasal grupla melezleştiğini keşfetti. Bu melezleşmeden yumru yapma özelliği için gerekli gen kombinasyonuna sahip melez yavrular oluştu. Bulgular, gelecekte tohumla çoğaltılan yeni patates çeşitlerinin yaratılmasına katkı sağlayabilir.
Karolinska Enstitüsü araştırmacıları, yaşam boyunca kaslarda ve kan damarlarında biriken somatik mutasyonların yaşlanma sürecini nasıl etkilediğini araştırdı. Çalışmalar, bu mutasyonların kas gücünü azalttığını ve damar yaşlanmasını hızlandırdığını ortaya koydu. Araştırmacılar özellikle progeria hastalığında görülen progerin proteininin böbrek hastalarının damarlarında da bulunduğunu keşfetti. Bulgular yaşa bağlı hastalıklar için yeni tedavi yöntemleri geliştirilmesine katkı sağlayabilir.
Araştırmacılar, bebeklerin ilk yaşından önce müzik eşliğinde dans benzeri hareketler sergilediğini ve bunun beyin gelişimini anlamak için kullanılabileceğini keşfetti. Bebekler tanıdık şarkılarda daha fazla dans ve hareket etmesi küçük yaşta ritim algısına sahip olduklarını gösteriyor. oynar. Bu bulguların dil gecikmesi olan çocuklara yardımcı olabileceği ve ebeveynlik sürecini kolaylaştırabileceği düşünülüyor.
Arkeologlar Antiquity dergisinde yayınladıkları çalışmada, ilk bin yıla ait 245 gümüş sikkeyi analiz ederek bölgenin ekonomik yapısını aydınlatıyor. Bangladeş ve Vietnam'da bulunan sikkelerin aynı baskı kalıbıyla üretildiğini belirliyor, bu da 1.600 kilometre mesafedeki bölgeler arasında ticari bağlantı olduğunu gösteriyor. Çalışma Myanmar gibi çatışma bölgelerindeki kültürel mirasın korunması ve yasa dışı antika ticaretinin önlenmesi için önemli katkılar sağlıyor.
Biotechnology dergisinde yayımlanan çalışma, yapay zekanın protein yapısını bilmeden bile zararlı proteinlere karşı ilaç benzeri moleküller tasarlayabildiğini ortaya koyuyor. PepMLM adlı yapay zeka aracı, sadece proteinin amino asit dizisini kullanarak kanser, Huntington hastalığı ve viral enfeksiyonlara karşı etkili peptitler geliştiriyor. Laboratuvar testlerinde bu peptitlerin hastalıkla ilişkili proteinlere başarıyla bağlanabildiği ve onları parçalayabildiği kanıtlandı. Araştırmacılar, gelecekte genel amaçlı ve programlanabilir bir peptit tedavisi platformu oluşturmayı hedefliyor.