Haberler
Bilim & Teknoloji
Yaşam
Kültür & Sanat
Haberler
Bilim & Teknoloji
Kültür & Sanat
Umman'da bulunan 2400 yıllık gizemli Zufar yazısının ana alt türü, Ohio State Üniversitesi'nden bir dilbilimci tarafından deşifre edildi. Araştırmacı, tekrarlanan bir alfabe tablosunu eski Kuzey Arabistan yazılarıyla karşılaştırarak sembollere ses atamayı başardı. Çözülen dilin Arapça olmadığı ve yazının sanılanın aksine güneyden değil, kuzeyden bölgeye geldiği anlaşıldı. Bu atılım, Arabistan'ın unutulmuş tarihine ışık tutarak dillerin yayılımına dair yeni ipuçları sunuyor.
Girit'te bulunan bir bakteri, hastalık yayan sivrisineklere karşı yeni bir umut vadediyor. Bakterinin ürettiği bileşikler, tehlikeli sivrisinek larvalarını 24 saatte tamamen yok etti. Bu etkinin enfeksiyondan değil, bakterinin ürettiği özel metabolitlerden kaynaklandığı anlaşıldı. Araştırmacılar şimdi bu moleküllerin yapısını çözerek prototip bir ürün geliştirmeyi hedefliyor.
Macaristan'daki Tiszafüred-Majoroshalom Tunç Çağı mezarlığında yapılan araştırma, MÖ 1500 civarında insanların beslenme alışkanlıklarında ve yaşam tarzlarında büyük değişiklikler yaşandığını ortaya koydu. İzotop analizleri, Orta Tunç Çağı'nda çeşitli beslenme düzeninin Geç Tunç Çağı'nda tekdüzeleştiğini ve darının Avrupa'da bilinen en erken tüketiminin bu dönemde başladığını gösterdi. Stronsiyum izotop çalışmaları, göç kalıplarının değiştiğini ve farklı coğrafi bölgelerden gelen toplulukların bölgeye yerleştiğini belirledi. Bulgular, Tümülüs kültürü insanlarının pastoralist olduğu yönündeki eski görüşü çürütürken bu değişimlerin ancak modern biyoarkeolojik yöntemlerle tam anlaşılabileceğini ortaya koydu.
Bu makale, son dönemde yayımlanan iki araştırma üzerinden dövme ile lenfoma ve cilt kanseri arasındaki olası ilişkiyi incelemekte ve bu bulguların bilimsel olarak ne ölçüde anlamlı olduğunu değerlendirmektedir. Dövme mürekkebinin vücutta oluşturduğu biyolojik etkiler ve bağışıklık sistemiyle etkileşimi tartışılarak, mevcut verilerin kanıt düzeyinin sınırlı olduğu vurgulanmaktadır.
Araştırmacılar tarafından geliştirilen LaKe molekülü, herhangi bir diyet değişikliğine gidilmeden ya da fiziksel efor gösterilmeden vücuttaki laktat ve keton seviyelerini arttırarak yoğun idman ve orucun metabolik etkilerini taklit edebiliyor. Bu molekülün fiziksel kısıtlama yaşayan kişiler için umut verici bir gelişme olmasının yanı sıra Parkinson ya da bunama gibi nörolojijk rahatsızlıkların tedavisinde de yardımcı olacağı düşünülmekte.
Retrograd amnezi, bireyin geçmişteki anılarını kaybetmesiyle karakterize edilen bir tür bellek bozukluğudur. Bu hastalık; kafa travmaları, inme, nörodejeneratif hastalıklar veya psikolojik travmalar gibi faktörler nedeniyle ortaya çıkabilir. Beynin bellekle ilişkili bölgeleri olan hipokampüs, temporal lob ve prefrontal korteksin zarar görmesi; geçmiş anıların hatırlanmasını zorlaştırır. Retrograd amnezi, genellikle anterograd amnezi ile birlikte incelenir. Anterograd amnezi, yeni anıların oluşturulmasını engellerken, retrograd amnezide mevcut anılar kaybolur. Hafıza kaybı, beynin etkilenen bölgesine bağlı olarak farklı derecelerde ortaya çıkabilir ve en yeni anılar genellikle ilk olarak silinir. Bu durumu açıklayan Ribot Yasası, daha eski anıların genellikle daha korunmuş olduğunu belirtir. Retrograd amnezi ile ilişkili genetik faktörler arasında APOE, BDNF, COMT ve KIBRA gibi genler bulunmaktadır. Bu genlerin hafıza işlevleri üzerindeki etkileri, retrograd amnezi riskini artırabilir. Ayrıca yaşlanma, travmatik beyin yaralanmaları, alkol kullanımı ve genetik yatkınlık gibi risk faktörleri de bu hastalıkla ilişkilidir. Yaş ilerledikçe ve travmalar arttıkça, retrograd amnezi gelişme olasılığı da artar. Teşhis sürecinde nörolojik muayene, görüntüleme teknikleri (MRI, CT, PET) ve bilişsel testler kullanılarak kesin tanı konulabilir. Tedavi yöntemleri arasında farmakolojik tedaviler, bilişsel rehabilitasyon, psikoterapi ve teknolojik destek araçları bulunmaktadır. Her ne kadar bazı hafıza kayıpları tedavi ile geri kazanılabilse de, nörodejeneratif hastalıklar nedeniyle oluşan kayıplar genellikle kalıcıdır. Epidemiyolojik verilere göre, travmatik beyin hasarı geçiren bireylerde hafıza kaybı sık görülmekte ve Alzheimer hastalarının büyük bir kısmında retrograd amnezi belirtileri ortaya çıkmaktadır. Özellikle travma ve nörolojik hastalıkların daha sık görüldüğü bölgelerde bu hastalık daha yaygındır. Önleyici tedbirler arasında beyin sağlığını koruyucu önlemler almak, fiziksel travmalardan kaçınmak, sağlıklı beslenmek ve bilişsel aktiviteleri sürdürmek önerilmektedir. Ayrıca, retrograd amnezi araştırmalarının tarihçesi, bilimsel gelişmeler ve hafıza süreçlerine dair önemli teoriler üzerine yapılan çalışmalar, bu hastalığın daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır.
Padova Üniversitesi'nden araştırmacılar, vücut geliştirme sporunda ani ölüm riskini inceleyen ilk büyük ölçekli çalışmayı tamamladı. 20.000'den fazla vücut geliştirmeci 8 yıl boyunca izlendi ve 73 ani ölüm tespit edildi, bunların 46'sı ani kalp yetmezliğinden kaynaklandı. Profesyonel sporcuların ani kalp yetmezliği riski amatörlere göre 14 kat daha yüksek bulundu, Mr. Olympia yarışmacılarının yaş ortalaması sadece 36'ydı. Araştırmacılar, aşırı antrenman ve performans artırıcı ilaç kullanımının kalp sağlığını ciddi şekilde tehdit ettiğini vurgulayarak acil önlemler alınması gerektiğini belirtiyor.
Uluslararası fizikçi ekibi, karanlık madde araştırmalarından ilham alarak tanımlanamayan hava olaylarını (UAP) bilimsel yöntemlerle incelemeye yönelik yeni bir metodoloji geliştirdi. Özel Hedef Analiz Protokolü adlı yapay zeka yazılımı, kızılötesi kamera görüntülerini piksel piksel analiz ederek gerçek UAP gözlemlerini dijital gürültüden ayırıyor. 2021'de Kaliforniya'da yapılan saha çalışmasında bu yöntem test edildi ve çoğu gözlem için makul açıklamalar bulunurken sadece bir durum açıklanamadan kaldı. Araştırmacılar bu metodolojinin dünya çapında UAP gözlemlerinin bilimsel ve tarafsız incelenmesine katkı sağlamasını hedefliyor.
Retrograd amnezi, bireyin geçmişteki anılarını kaybetmesiyle karakterize edilen bir tür bellek bozukluğudur. Bu hastalık; kafa travmaları, inme, nörodejeneratif hastalıklar veya psikolojik travmalar gibi faktörler nedeniyle ortaya çıkabilir. Beynin bellekle ilişkili bölgeleri olan hipokampüs, temporal lob ve prefrontal korteksin zarar görmesi; geçmiş anıların hatırlanmasını zorlaştırır. Retrograd amnezi, genellikle anterograd amnezi ile birlikte incelenir. Anterograd amnezi, yeni anıların oluşturulmasını engellerken, retrograd amnezide mevcut anılar kaybolur. Hafıza kaybı, beynin etkilenen bölgesine bağlı olarak farklı derecelerde ortaya çıkabilir ve en yeni anılar genellikle ilk olarak silinir. Bu durumu açıklayan Ribot Yasası, daha eski anıların genellikle daha korunmuş olduğunu belirtir. Retrograd amnezi ile ilişkili genetik faktörler arasında APOE, BDNF, COMT ve KIBRA gibi genler bulunmaktadır. Bu genlerin hafıza işlevleri üzerindeki etkileri, retrograd amnezi riskini artırabilir. Ayrıca yaşlanma, travmatik beyin yaralanmaları, alkol kullanımı ve genetik yatkınlık gibi risk faktörleri de bu hastalıkla ilişkilidir. Yaş ilerledikçe ve travmalar arttıkça, retrograd amnezi gelişme olasılığı da artar. Teşhis sürecinde nörolojik muayene, görüntüleme teknikleri (MRI, CT, PET) ve bilişsel testler kullanılarak kesin tanı konulabilir. Tedavi yöntemleri arasında farmakolojik tedaviler, bilişsel rehabilitasyon, psikoterapi ve teknolojik destek araçları bulunmaktadır. Her ne kadar bazı hafıza kayıpları tedavi ile geri kazanılabilse de, nörodejeneratif hastalıklar nedeniyle oluşan kayıplar genellikle kalıcıdır. Epidemiyolojik verilere göre, travmatik beyin hasarı geçiren bireylerde hafıza kaybı sık görülmekte ve Alzheimer hastalarının büyük bir kısmında retrograd amnezi belirtileri ortaya çıkmaktadır. Özellikle travma ve nörolojik hastalıkların daha sık görüldüğü bölgelerde bu hastalık daha yaygındır. Önleyici tedbirler arasında beyin sağlığını koruyucu önlemler almak, fiziksel travmalardan kaçınmak, sağlıklı beslenmek ve bilişsel aktiviteleri sürdürmek önerilmektedir. Ayrıca, retrograd amnezi araştırmalarının tarihçesi, bilimsel gelişmeler ve hafıza süreçlerine dair önemli teoriler üzerine yapılan çalışmalar, bu hastalığın daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır.
Araştırmacılar tarafından geliştirilen LaKe molekülü, herhangi bir diyet değişikliğine gidilmeden ya da fiziksel efor gösterilmeden vücuttaki laktat ve keton seviyelerini arttırarak yoğun idman ve orucun metabolik etkilerini taklit edebiliyor. Bu molekülün fiziksel kısıtlama yaşayan kişiler için umut verici bir gelişme olmasının yanı sıra Parkinson ya da bunama gibi nörolojijk rahatsızlıkların tedavisinde de yardımcı olacağı düşünülmekte.
Bilim insanları, Avustralya'nın soyu tükenmiş dev keseli hayvanlarının fosil kemiklerinde ilk kez palaeoproteomik yöntemi kullanarak başarılı sonuçlar elde etti. ZooMS adı verilen bu teknik, kolajen proteinindeki farklılıklara dayanarak türlerin
Katı, sıvı ve gaz basıncı, basınç kavramının üç farklı madde hâli üzerindeki etkilerini açıklar. Katı basıncı, bir katı cismin ağırlığının, temas ettiği yüzey üzerinde oluşturduğu etkidir. Katı basıncı cismin ağırlığına ve temas ettiği yüzeyin büyüklüğüne bağlıdır; yüzey küçüldükçe basınç artar. Sıvı basıncı, sıvıların bulundukları kabın her noktasına ve her yönüne uyguladığı basınçtır. Bu basınç, sıvının derinliğine ve yoğunluğuna bağlı olarak artar. Derinlere inildikçe sıvı basıncı da artar. Gaz basıncı ise gaz taneciklerinin sürekli hareket ederek çarptıkları yüzeylerde oluşturdukları basınçtır. Gazlar da basıncı her yöne iletir ve sıcaklık ya da hacim değişimleri bu basıncı etkiler. Katı, sıvı ve gaz basıncı günlük hayatta sıkça karşımıza çıkar; örneğin topuklu ayakkabılar, barajlar ya da araba lastikleri bu basınç türlerinin etkilerini gösteren durumlardır.
Marine Ecology Progress Series'te yayınlanan çalışma, temizlikçi gobi balıklarının resif ekosistemindeki mikrobiyal çeşitlilik üzerindeki etkisini ilk kez araştırdı. Kaliforniya ve Miami üniversiteleri araştırmacıları Porto Riko ve St. Croix resiflerinde bazı bölgelerden gobileri geçici olarak uzaklaştırarak mikrobiyal yapıyı inceledi. Temizlikçi balıkların bulunduğu yerlerin daha fazla ziyaretçi aldığını ve her resifin kendine özgü mikrobiyal imzaya sahip olduğunu tespit ettiler. Çalışma bu minik balıkların sadece temizlik yapmakla kalmayıp resif sağlığını da şekillendirdiğini göstererek koruma çalışmaları için önemli veriler sunuyor.
Frontiers in Marine Science dergisindeki çalışmada probiyotik bakteriler Florida'da Taş Mercan Doku Kaybı Hastalığına yakalanan mercanlarda hastalığın yayılmasını başarıyla yavaşlattı. Smithsonian araştırmacıları hastalığa dirençli mercanlardan izole ettikleri McH1-7 probiyotiğini 40 hasta mercan kolonisinde iki buçuk yıl test etti. Probiyotik tedavi mevcut antibiyotik yöntemlerden daha kalıcı çözüm sunarak mercanların doğal mikrobiyomlarını baskılamadan etkili oldu. Çalışma 2014'ten beri 30'dan fazla mercan türünü tehdit eden bu gizemli hastalığa karşı sürdürülebilir tedavi yöntemleri geliştirilmesi açısından kritik önem taşıyor.
PLOS ONE dergisinde yayınlanan Tokyo Tarım Üniversitesi araştırması, kedilerin sahip ve yabancı kokularını ayırt edebildiğini gösteriyor. 30 kediyle yapılan deneyde, kediler tanımadıkları insanların kokularını sahiplerininkine kıyasla daha uzun süre kokladı. Koku örnekleri koltuk altı, kulak arkası ve ayak parmaklarından alınırken, kediler kokladıktan sonra yüzlerini tüplere sürttü. Araştırmacılar tanıdık-yabancı ayrımının kanıtlandığını, ancak belirli kişileri tanıma konusunda daha fazla araştırma gerektiğini belirtiyor.
1860'da Michigan Gölü'nde batan Lady Elgin gemisinde ölen gazeteci Herbert Ingram'ın altın cep saati ailesine iade edildi. Resimli gazeteciliğin babası kabul edilen Ingram'ın saati, 1992'de dalgıçlar tarafından gemi enkazından çıkarılmıştı. 30 yıl depoda kalan eser restore edildikten sonra araştırmacılar Ingram'ın torunlarını İngiltere'de buldu. Saat şimdi Lincolnshire'daki müzede sergileniyor ve tarihi trajedilerin kişisel hikayelerini canlı tutuyor.
Princeton Üniversitesi araştırmacıları Alaska'da 73 milyon yıllık kuş fosilleri keşfetti. Science dergisinde yayınlanan çalışma, dalgıç kuşlar, martı ve ördek benzeri türlerin Kretase döneminde kutup bölgelerinde ürediklerini gösteriyor. Prince Creek Formasyonu'ndan toplanan 50'den fazla kemik parçası arasında son derece nadir bulunan yavru kuş kemikleri de yer alıyor. Bu keşif, kuşların kutup bölgelerinde üremesine dair kayıtları 25-30 milyon yıl geriye çekiyor.