Haberler
Bilim & Teknoloji
Yaşam
Kültür & Sanat
Haberler
Bilim & Teknoloji
Kültür & Sanat
Love, Death & Robots’un yokluğunu aratmayan YouTube keşiflerime geri döndüm. Daha önce hazırladığım ilk liste çok sevildi, mesajlar geldi, “devamı gelsin” dendi (Yalan!) Ben de sözümü tuttum. İşte karşınızda Ev Yapımı Love, Death & Robots – Seçki 2.
Relay’in en güçlü tarafı, New York’u fon olarak kullanma biçimi. Mackenzie, şehrin soğuk yüzünü 70’ler gerilimlerini andırır şekilde yakalıyor. Tren garındaki sahne, tempolu kurgusuyla nefes aldırıyor ve filmin en iyi anı oluyor. Ama aynı ritim tüm filme yayılamıyor; gerilim çoğunlukla uzun telefon konuşmalarına sıkışıyor. Yine de “sessiz iletişim” fikri, filmin kimliğini benzersiz kılıyor.
Korku sinemasında her şey denendi sanıyorsanız, yanıldınız. Maskeli katillerden, lanetli bebeklerden, intikamcı hayaletlerden bıkmadınız mı? İşte size taptaze bir manyaklık: Good Boy! Evet, yanlış duymadınız. Bu filmde kabusu biz insanlar değil, bir köpek yaşıyor.
“28 Yıl Sonra” evreni, bu kez bambaşka bir kabusu perdeye taşıyor. Danny Boyle ve Alex Garland’ın yarattığı dünyanın kapıları, “Kemik Tapınağı” ile yeniden açılıyor. Yönetmen koltuğunda Nia DaCosta’nın oturduğu film, izleyiciyi bu kez çok daha karanlık, çok daha ürkütücü bir geleceğe götürüyor.
Jennifer Lawrence’ın başrolde olduğu Die My Love fragmanı nihayet yayımlandı. Lynne Ramsay’in kamerasından çıkan ilk görüntüler, sıradan bir uyarlama ya da dramatik annelik hikâyesi izlemediğimizi baştan belli ediyor. Aksine, fragman bize hem pastoral hem de tekinsiz bir evren vaat ediyor
CosmicZion Zine, korku serisinin ikinci sayısı “Alacakaranlık” ile okurların karşısına çıktı. Bu özel sayıda, Gökmen Akça’nın “Olmuş Olabilir” adlı kitabından seçilen on mikro öykü, on farklı çizerin özgün yorumlarıyla yeniden hayat buluyor.
Türk sinemasında tür filmi çekmek hâlâ cesaret işi. Hele ki kısıtlı bütçeyle, seyircinin gözü yabancı yapımlara alışmışken, bilimkurgu-aksiyon karışımı bir proje kotarmak ciddi bir meydan okuma. İşte Tehlikeli Bölge, tam da böyle bir denemenin ürünü.
Modern Kadın, Türkiye gibi modern ve geleneksel arasına sıkışmış bir topluma ait feminist paradoksun dizisi olarak okunabilir. Her hali aynı bedende ve farklı deneyimlerle barındıran Pınar’ın hikayesi, çok katmanlı kadın deneyiminin Türkiye’deki mizahi ve dramatik temsilini sunuyor.
Senaristliğini ve yönetmenliğini Ramazan Ekmekçi’nin, yapımcılığını Serkan Semiz’in üstlendiği film, Büyük Taaruz’a üç gün kala Başkumandan Mustafa Kemal’in verdiği gizli bir görev için yola çıkan bir grup askerin hikayesini konu alıyor. Ancak yolda onları sadece düşman askerleri değil; bölgeye düşen bir uzay gemisi ve içindeki bilinmeyen varlıklar da bekliyor.
Atıf Yılmaz’ın yönettiği 1969 yapımı Menekşe Gözler, yerleşik Yeşilçam melodram kalıplarına bilinçli bir meydan okuma sergiler. Safa Önal’ın ödüllü senaryosuna sahip film, tipik bir “kötü adam” barındırmaz; hikâyede belirgin bir antagonist yoktur.
Aşk Dediğin Laf Değildir, güldürmeyen ama düşündüren bir “mutlu son” ile biter: Sınıflar yerli yerinde, hayat kaldığı yerden devam eder. Film, bize sınıf gerçeğinin kalıcı, aşkın ise bu gerçek karşısında kırılgan olduğunu anlatır. Yeşilçam’ın toz pembe hayallerinden uyanmak belki keyifsizdir, ama bazen bir film çıkar ve gerçeği tokat gibi hatırlatır.
Zeydan Karalar’ı ve Muhittin Böcek’i savunmak, Altın Portakal'ı, Altın Koza'yı, sinemayı, ifade özgürlüğünü, "hayal kurma hakkımızı" savunmaktır. Eğer bu başkanlar “sistem dışı” bırakılır, yerlerine kayyum (ya da kayyım artık her ne haltsa) atanırsa festivaller de fiilen sona erdirilmiş olur.
Modern prensesler, artık kendi hikayelerinin öznesi olup, çok katmanlı ve karmaşık kişiliklere sahip bireyler olarak çiziliyorlar ve erkeklere ihtiyaç duymuyorlar. Peki Türkiye’nin prensesleri kimler? Sizce onlar da modern prensesler kadar kendi hikayelerini yazıyorlar mı?
Suicide Squad çizgi romanı içinde Harley Quinn’in öne çıkıp en sevilen karakter haline gelmesi ona yeni dalga hayranlar getirdi ve kendi adıyla ikinci bir seri başlatılmasını sağladı. Bu serinin başına Amanda Conner ile kocası Jim Palmiotti getirildi ve ikisinin yaklaşık üç yıl boyunca Harley Quinn karakterine ve imajına büyük zarar verdikleri dönem başladı.
Act of Vengeance izlenmeyi hak eden bir kült klasik. Korku/gerilim tutkunuysanız, türün alışılmış kalıplarının dışında seyrederken yine de tanıdık bir keyif alacağınız bir yapım. Sosyal meselelere meraklıysanız, 1970’lerin cinsiyet politikalarını bir istismar filmi prizmasından görme şansı tanıyor. Sinematografik açıdan yenilik arıyorsanız, belki çığır açmıyor ama orijinal sahneleri ve unutulmaz görsel motifleriyle aklınızda yer edecek kareler sunuyor.