Haberler
Bilim & Teknoloji
Yaşam
Kültür & Sanat
Haberler
Bilim & Teknoloji
Kültür & Sanat
Üstkurmaca tekniğini daha iyi anlamak için gelin şöyle bir hikaye yazarak örneklem yapalım; ben havanın güzel olduğu bahar günlerinden bir gün sahilde bir arkadaşım ile yürüyüşe çıkarım. Yürürken cemrenin düşmesiyle hareketlenip filizlenmiş bir ağacın gölgesindeki bankta bir birlerine sımsıkı sarılmış yaşlı bir çift
*Ankarayı kentsel mimarlık özellikleri açısından ele alanların, uygunsuz binalarla zedelense de, Ulus’u Ankara’nın “mimari çehresi” sayacakları söylenebilir. Hatta denebilir ki burada şehrin salt çehresi değil, kültür simgeleri de vardır. İnsan Ankara’da olduğunu Ulus’u aklına getirmezse tanımlama güçlüğü çeker. “Ankara nasıl bir yerdir” diye de düşünmüşse, Ulus’tan-illa ki yürüyerek-Kale’ye çıkmalıdır. Kale ve çevresi tüm Türkiye gibidir; […]
Bu uzun girizgahtan sonra lafı daha fazla uzatmadan zaman mefhumunu çeşitli yönleriyle Hasan Ali Toptaş’ın Gecenin Gecesi adlı kitabının ilk öyküsü olan Yatak adlı anlatısında izini süreceğim. Hasan Ali Toptaş’ın öyküsünü incelemeye başlamadan evvel anlatılarında rol oynayan zaman meselesi hakkında onun fikrine değin
Flâneur Fransızcada ‘‘avare gezinen’’ anlamını taşıyan bir sözcüktür. Kuşkusuz bu kavramı daha iyi anlayabilmek için Baudelaire’in şu satırlarına kulak vermeliyiz; ‘‘Nasıl ki kuş havada, balık suda yaşarsa, o da kalabalıklarda var olur. Aşkı, işi, gücü kalabalıklardır. Kusursuz flâneur için, tutkulu gözlemci için
Psikiyatri biliminde incelenen ilk olgulardan olan dissosiyatif durumlar, 1800’lü yıllara kadar kötü ruhlardan, şeytandan etkilenme durumu olarak konu edilirken, 19. Yüzyılın başlarında Benjamin Rush dissosiyatif bir olgu olan çoklu kişilik bozukluğunun tanısını koymuştur. Benjamin Rush’dan sonra Samuell Mitchill, Mary Reynolds’un birden fazla kişiliğinin olduğu tanısını koyarak ilk çoklu kişilik bozukluğu vakasını incelemiştir. Çalışmaların devamının nihayetinde ikiden fazla kişiliği olan vakaların tanımına çoklu kişilik bozukluğu denilmeye başlanmıştır.Freud ve Bleuer belirtileri diğer bilim insanları gibi inceleseler de onlar bu belirtileri şizofreninin bir yansıması olarak ele almışlardır. Çoklu kişilik bozukluğunu şizofrenik bozukluk ile ayrımını yapmak önemlidir. Şizofrenik bozukluğa sahip hastaların birbirinden farklı kişilik sanrıları olasıdır. Şizofrenik bozukluklarda düşünce bozukluğu hasıl olurken çoklu kişilik bozukluklarında gerçeği değerlendirme yetisi korunmuştur. Çoklu kişilik bozukluğunun nedenine değinmek gerekirse: “Genellikle çocukluk dönemine ilişkin fiziksel ya da cinsel istismardan (sıklıkla da ensestten) söz edilmektedir. Diğer örseleyici olaylar arasında; yakın bir akraba ya da arkadaşın ölümü, ölüm ya da bir örselenmeye tanıklık etme, terk edilme, duygusal baskı sayılabilir.”Bozkırkurdu romanının genel çerçevede bir incelemesi yapılacaksa eğer öncelikle romanın ana karakteri olan Harry Haller’ın bütün karakter özelliklerini belirleyen çoklu kişilik bozukluğuna sahip oluşunu gözlemlemek elzemdir. Okur, Hermann Hesse’nin romanına koyduğu ismin nedenselliğini romanın Bozkırkudu Üzerine İnceleme başlıklı bölümde anlamlandırabilir. Kitabın bu bölümünde varoluş problemi yaşayan, ruhu ve bedeni, aklı ile duyguları, bireyselliği ile toplum arasında bocalayan gerekli dengeyi sağlayamayan ve varoluşçuluğun getirisi olan yabancı, yalnız ve intiharı düşünen huzursuz bir insandan bahsedilir. Bu insanın yani kahramanımız Harry Haller’in entelektüel biri olduğundan, hayatının büyük bir kısmını kitaplar okuyup yazan bir insan olmak için çabaladığını lakin sadece benliğinin insani yanının yanı sıra yaşamı boyunca bir başka kişiliğinin de olduğunu anlarız. Yazar Hermann Hesse romanının kahramanının çift kişilikli yani insan ve kurt olarak sürekli birbiriyle çatışan iki sembolle anlatırken aslında çoklu kişilik bozukluğu vakasına yakalanmış bir kahramanı yaratmıştır.
GİRİŞ “Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında; Yekpare, geniş bir anın Parçalanmaz akışında.” Ahmet Hamdi Tanpınar Sözü bir önceki incelememdeki gibi güzel bir hikâye ile açacağım. Bu hikâyeyi Erdal Beşikçioğlu’nun TRT’de yayınlanan Cemil Meriç için hazırlanan belgeselde dinlemiştim. Size o belgeselden naklediyorum: “Kuvvetli bir hükümdardı Hoang Ti, Çin’in ilk imparatoru. Anibal’ın çağdaşı. Altı […]
Dünya edebiyatında 19. Yüzyıldan sonra yabancılaşma yani yabancılaşan sanat durumu bir önceki yazımda sıraladığım şekillerde bir çok kez ortaya konulan eserlerde kullanılmıştır. Bu kavramı metaforlaştırarak bizlere sunan Franz Kafka’nın Dönüşüm adlı şaheseri en ustalarındandır diyebiliriz.Kafka Marx’ın bahsini açtığı
Roland Barthes’in 1967 yayımladığı Yazarın Ölümü isimli denemesi, kimilerine göre makalesi ise yazarlık noktasında geliştirilen düşüncelerden en kabul görülenlerindendir. Barthes’e göre yazar;“Şüphesiz ki ortaçağın bitiminden sonra İngiliz empirizmi, Fransız rasyonalizmi ve Reformasyon’la ortaya çıkan kişisel inançla birlikte toplumumuz tarafından üretilmiş modern bir figürdür ve bireyin, daha soylu bir ifadeyle birey insanın saygınlığını keşfetmiştir.”[1] Anlaşılacağı üzere Barthes yazarlığı doğrudan kapitalizme bağlar. Roland Barthes’in ortaya attığı tez geniş anlamda yazarın konumunun Platon’un istediği noktaya ulaşdığıdır. Barthes’e göre yazar ortaya koyduğu sanat eserinden sürgün edilmiş ve dahi ölmüştür.