Haberler
Bilim & Teknoloji
Yaşam
Kültür & Sanat
Haberler
Bilim & Teknoloji
Kültür & Sanat
Genetik haberleri, yazıları ve videoları çeşitli kaynaklardan edinilebilir. Dünya çapındaki bilimsel dergiler ve haber ajansları genetik haberleri paylaşır. Ayrıca, üniversiteler ve araştırma merkezleri tarafından düzenlenen konferanslar ve etkinlikler genetik haberlerini paylaşır. YouTube, Vimeo ve diğer video paylaşım siteleri de genetik haberlerinin yanı sıra, genetikle ilgili video içerikleri sunmaktadır. Genetik alanıyla ilgili dernekler, kuruluşlar ve akademik gruplar da genetik haberlerini, yazıları ve videoları paylaşır.
Pompeii’den çıkarılan insan kalıntıları üzerinde yapılan yeni genetik analizler, bu antik Roma kasabasının nüfus yapısına dair yeni bilgiler sunuyor. Araştırmacılar, DNA verilerini kullanarak bireylerin kökenlerini ve toplumsal rollerini ayrıntılı şekilde inceledi. Elde edilen bulgular, kasabadaki bireylerin Doğu Akdeniz’den gelen çeşitli göçmen grupların soyundan geldiğini gösterdi. Çalışma, Roma İmparatorluğu’nun kozmopolit yapısına ışık tutuyor ve genetik analizlerin önemini vurguluyor.
Disruptive Mood Dysregulation Disorder (DMDD), çocuklarda ve ergenlerde kronik ve şiddetli öfke patlamaları ile sürekli irritabiliteyi karakterize eden bir bozukluktur. DSM-5'te ilk kez tanımlanan bu bozukluk, önceden çocukluk bipolar bozukluğu olarak sınıflandırılan vakaları daha doğru bir şekilde tanımlamak amacıyla oluşturulmuştur. DMDD'nin belirtileri genellikle birden fazla ortamda (örneğin, evde ve okulda) gözlemlenir ve en az 12 ay boyunca sürmesi gereklidir. Bozukluğun kesin nedenleri tam olarak anlaşılamamış olsa da genetik yatkınlık, çevresel stres faktörleri ve nörogelişimsel zorlukların etkili olduğu düşünülmektedir. Düşük ebeveyn desteği, aile içi çatışmalar ve madde kullanım öyküsü gibi faktörler, DMDD'nin gelişimiyle ilişkilendirilen risk faktörleri arasındadır. Tedavi yaklaşımları arasında bilişsel davranışçı terapi (BDT) ve ebeveyn eğitimi öncelikli olarak tercih edilir. Psikoterapi, öfke kontrolü ve duygusal regülasyon becerilerini geliştirmeye odaklanırken, ilaç tedavisi yalnızca ağır semptomlar gösteren vakalarda kullanılır. Çoğu zaman bu tedavi yöntemleri, çocukların sosyal uyumunu artırmayı ve uzun vadeli komplikasyonları (depresyon ve anksiyete gibi) önlemeyi hedefler. Bozukluk, 6-10 yaşları arasında ortaya çıkma eğilimindedir ve erkeklerde daha yaygın görülür. Ergenlik döneminde semptomlarda genellikle azalma gözlense de tedavi edilmediği durumlarda, erişkinlikte ciddi psikiyatrik sorunlara yol açabilir. DMDD, uygun müdahalelerle yönetildiğinde, bireylerin duygusal ve sosyal işlevselliklerinde önemli iyileşmeler sağlanabilir.
Frederick Griffith’in 1928’deki fare deneyleri, bakteriler arasında genetik bilginin aktarılabilirliğini göstererek bilim dünyasında devrim niteliğinde bir keşfe öncülük etmiştir. Griffith’in dönüştürücü prensip olarak adlandırdığı bu olgu, ölü virülan bakterilerden gelen bir maddenin zararsız bakterileri genetik olarak değiştirebileceğini ortaya koymuştur. Bu bulgu, genetik bilginin kimyasal bir temele dayandığını öne sürerek moleküler biyolojiye yeni bir yön vermiştir. Griffith’in bu çalışmaları; Avery, MacLeod ve McCarty tarafından 1944 yılında yapılan deneylerle daha ileri bir noktaya taşınmıştır. DNA’nın dönüşümden sorumlu molekül olduğunu kanıtlayan bu çalışma, genetik materyal olarak DNA’nın merkezi rolünü bilimsel olarak doğrulamış ve genetik bilginin kimyasal temellerini anlamada dönüm noktası olmuştur. Bu keşif, modern genetik ve biyoteknolojinin temellerini atarak, bilim dünyasında moleküler düzeyde yeni ufuklar açmıştır.
Bilim insanları, okyanusların derinliklerinde yaşayan fener balıklarının benzersiz evrimsel adaptasyonlarını ortaya çıkardı. Araştırmacılar, 1.000 ile 4.000 metre derinlikte yaşayan bu türlerin daha büyük çeneler, küçük gözler ve sıkışmış vücut yapıları geliştirdiğini keşfetti. DNA analizleri ve 3D modellemeler kullanılarak 132 türün genetik verisi incelenerek, bu canlıların deniz tabanından derin denizin açık sularına nasıl adapte olduğu belirlendi. Bu çalışma, ekstrem koşullarda bile yaşamın nasıl çeşitlenip adapte olabildiğini göstererek, gelecekteki çevresel değişimlere organizmaların nasıl tepki verebileceğini anlamamıza yardımcı oluyor.
Bakterilerden mavi balinalara kadar tüm canlıların paylaştığı genetik kodun nasıl evrimleştiği sorusu, Arizona Üniversitesi’nden bir ekip tarafından yeniden ele alındı. Çalışma, genetik kodun kademeli evrim sürecinde küçük amino asitlerin öncelikli olduğunu, daha karmaşık amino asitlerin ise sonradan eklendiğini ortaya koyuyor. Ayrıca, bugün kullanılan genetik koddan önce farklı kodların var olmuş olabileceği tespit edildi. Bu bulgular, astrobiyoloji ve yaşamın kökenine dair yeni soruların kapısını aralıyor.
Yeni bir genetik çalışma, Neandertaller ile modern insanların yaklaşık 50.500 yıl önce başlayan ve 7.000 yıl süren bir çiftleşme dönemini ortaya koydu. Araştırmacılar, 58 antik genom ve 275 modern insan genomu üzerinde yaptıkları analizde, Avrasya kökenli insanların genomlarının %1-2'sini Neandertal genlerinin oluşturduğunu tespit etti. Çalışma, Neandertal genlerinin bağışıklık, deri pigmentasyonu ve metabolizma gibi alanlarda modern insanlara önemli katkılar sağladığını gösterdi. Gelecekteki araştırmalar, bu gen akışının insan evrimindeki rolünü daha derinlemesine incelemeyi hedefliyor.
Delft Teknoloji Üniversitesi Kavli Enstitüsü ile Moleküler Patoloji Araştırma Enstitüsü'nün Viyana Biyomerkezi'nden araştırmacılar, kromozomları şekillendiren SMC motor proteinlerinin DNA'da yeni bir özelliğini keşfetti. Manyetik cımbızlar kullanarak yaptıkları gözlemlerde, bu proteinlerin DNA'yı halka içine çekerken her adımda 0.6 tur bükerek sol-elli bir hareket gerçekleştirdiğini tespit ettiler. Bu mekanizmanın hem insan hem de maya hücrelerinde aynı şekilde işlediği ortaya çıktı. Bu keşif, Cornelia de Lange Sendromu gibi genetik hastalıkların moleküler nedenlerinin anlaşılmasında kritik önem taşıyor.