Haberler
Bilim & Teknoloji
Yaşam
Kültür & Sanat
Haberler
Bilim & Teknoloji
Kültür & Sanat
Od Urla, 2018’in sonlarında açıldığında Urla henüz hiç de “gastronomi merkezi” adı taşımıyordu daha. Belki de tam da bu yüzden, böyle bir fine dining mekanının Urla gibi bir yerde açılması büyük olay olmuştu. Ben de açıldıktan yaklaşık 1,5 yıl sonra orayı denemek için hususi olarak yolumu mekana düşürmüş ve çok memnun kalkınca detaylarıyla yazmıştım. Gel…
Ne yıldı ama! Hayatımın en yoğun, en çok çalıştığım, en çok alt üst olduğum senesini geride bıraktım ve izlediklerimi, okuduklarımı yazmay ancak mecal bulabildim. Oradan anlayın 2023 beni nasıl dağıtmış! Ki 2022 de az yoğun değildi, o yüzden geçen sene söylediklerimin çoğu bu yıl da geçerli: Kendi keyfime, iş güç bağlantılı olmadan okumaya daha az…
Önce Michelin, sonra Gault&Millau derken, Türkiye'ye giren Fransa merkezli ve prestijli rehberler hem ilgi uyandırıyor hem de kafa karışıklığı yaratıyor. Ben de bunlar hakkında hem bilgi vermeye hem de artısıyla eksisiyle yazmaya geldim izninizle. 1- Öncelikle nasıl okunuyor? “Gotemiyo” diye. Rehber, adını kurucuları Gault ve Millau’dan alıyor adını. (“E niye Go e Miyo diye okunmuyor?”…
Kimileri şeflerle tanışmak, "ortam"lara dahil olmak ister. Kimileriyse sadece beğendikleri şeflerle, beğendikleri için konuşabilmek, onları farklı yapanın ne olduğunu öğrenmek isterler. Ben Seraf Mahmutbey'e ilk gittiğimde arkadaşımın önerisiyle gitmiştim, Neşe ve ailesi düzenli olarak Gayrettepe'den kalkıp taaa Mahmutbey'e gidiyorlardı. Ki, Mahmutbey'de o ayarda, o tarzda bir restoran açıldığı görülmüş şey değildi. Ne Boğaz manzarası vaadediyordu…
Bahar bayramları yumuşak karnım, yeme içmeyle bağlantılı çok gün olsa da ben en çok bahar bayramlarının yemek ritüellerini severim. (Daha önceki diğer bahar bayramlarıyla ilgili yazılara bakmak isteyenleri buraya, şuraya ve oraya alalım!) Nevruz, Siboro, Çarşema Sor, Pesah, Paskalya, Dita e Verës geçti bile. Hıdrellez, bu coğrafyanın artık sonuncu bahar bayramı sayılır, zira bundan sonrası…
Geçen ay bir Cuma akşamı, tam da hiç eve gidesim yokken ve metroya binmek üzereyken, sosyal medyada karşıma Aylin Yazıcıoğlu'nun daha 2 gün önce servise başlayan mekanının duyurusu düştü. Hemen iki kişilik rezervasyon yaptırdım, metrodan indim, "Seni bir yere götürüyorum" deyip Alp'i aldım ve mahallemizden aşağı yürümeye başladık. İstikamet Aylin Yazıcıoğlu'nun yeni mekanı Serenità'ydı. Hepimizin…
Geçen hafta Katolik ve Gregoryenlerin, geçtiğimiz pazar ise Ortodoksların Paskalyası idi. Her Paskalya’da, Noel’de kapımız çalınır, Lula Abla bizi de eşinden dostundan ayrı görmediğinden elleriyle yaptığı çörekler, kurabiyeler, kömbeler, kahkeler ve tabii ki haşlayıp kırmızıya boyadığı yumurtalar masamıza kurulur. Gözlerimi dolduran bir ritüel bu gerçekten, artık İstanbul’da bile pek varolmayan, geçmişin yaprakları arasında kalmış bir…
İstanbul’un Sofrası panellerinde Burak’la birlikte Ekim ayında çok kıymet verdiğim, kendisinden çok şey öğrendiğim (ve öğrenmeye devam ettiğim) bir ismi ağırlama fırsatı bulmuştuk: Vedat Ozan. Koku, koku eğitimi dendiği anda Türkiye’de akla gelen ilk isim olan Vedat Bey, yeme içmeyle ilgilenen herkesin kesinlikle kitaplarını hatmetmesi de gereken bir isim, çünkü yediğimiz ve içtiğimiz her şeyin…
İyi okurların "yazar takip etmek" gibi bir alışkanlığı vardır. Bir yazarın çıkardığı kitapları belli bir sıra da gözeterek okur, kıyaslar, belleklerine alırlar. Ben aynısının yemek dünyasında da mümkün olduğuna inanarak, Cem Ekşi'nin açtığı mekanları takip ediyorum. Çünkü işini gerçekten özenerek, hakkıyla yapıyor ve ben, her şeyin çok pahalı hale geldiği bir ortamda artık üç kez…
Çok sevgili tarihçi dostum Burak Onaran ile 2022'nin Mart ayında Atatürk Kitaplığı'nda bir seminer ve panel dizisi başlattık. "İstanbul'un Sofrası" üst başlığını taşıyan bu gastronomi sohbetlerinde yemeği, gıdayı, tarımı hem tarihî, hem politik, hem sosyolojik, hem ekonomik yönleriyle ele alalım, hepimizin üç öğün yediği yemeklere başka bir gözle bakalım istedik. Yemeğe ilgisi, bilgisi benzer doğrultuda…
2021'deki okuma&izleme listeme "2021’de okumaya ve izlemeye güç bela vakit bulduklarım" başlığını atmışım. Zira 2021 hayatımın en yoğun yılıydı ve haliyle hep keyif zamanlarından çalmıştım. Tabii ne bilecektim ki 2022 ondan da yoğun geçecek, "keyfine okumalar"ım iyice azalacak! Fakat şansıma mı diyeyim yoksa züğürt tesellisi mi yaratıyorum kendime bilmiyorum, ama bu sene okuduklarım arasında bazı kitaplar…
2021'in sonunda, derlediğim Geçmişten Günümüze İstanbul Lezzetleri yayımlanınca, 2022'yi hiç olmadığım kadar "konuşarak" geçirdim. Daha önce bir şey yazdığım veya söylediğim zaman bu genellikle yine kitaplar veya edebiyat üstüne oluyordu, nitekim 2022'de de bunlar vardı, ama yemeğin birleştirici gücü bu alanda da galip geldi: Bol bol gastronomi, tarih, yemek sosyolojisi gibi alanlarda söyleştik, yani "yemek…
Antep deyince akla ilk gelen iki kalemi, yani baklava ve etleri yazdıktan sonra, aslında bu son yazıyı benim sevdiğim bir şeye ayırdım: küçük küçük şehir notları... Benim gözümle çarşı, çok sevdiğim ve sık gittiğim Mısır Çarşısı'nın az daha küçüğü gibiydi, az daha derli toplusu ve eski usule -her sokağı bir iş koluna ayrılmış çarşı modeline…
Senenin sonlarına doğru harika bir haber geldi: Derlemekten gurur duyduğum Geçmişten Günümüze İstanbul Lezzetleri, uluslararası Gourmand Cookbook Awards’ta C01-Şehirler kategorisinde “Winner” listesinde! Yeme içme alanında dünyanın en prestijli ödülü kabul edilen ve bu alanda tüm dünyadan kitapları değerlendiren en önemli ödül olan Gourmand Awards’ta İstanbul’u listeye sokmuş olmak beni çok ama çok gururlandırdı! Çok sevdiğimiz…
İlk yazıda kebapları, etleri ile andığım Antep'in bu sefer biraz baklavacı yönüne bakalım istiyorum. Ama bu sadece "En iyi baklava nerede?" yazısı olmakla kalmasın, okuyana biraz baklava hakkında bilgi versin ve düşündürsün de istiyorum. Ne de olsa Antep’e gitme sebebimiz baklava tarihiydi, burada bir damlacık ondan da bahsetmiş olalım. Antep denince akla ilk gelen şeyin…
Geçtiğimiz günlerde hem Antep hem de İstanbul'un gastronomi tarihiyle ilgili bazı araştırmalar için Antep'e gittik. Farklı isimlerle görüşmeler yaptığımız bu seyahatte, elbette iş sadece konuşmakla bitmedi, zaten Antep gibi bir şehirde bu nasıl mümkün olabilirdi ki? (Doğrusu mümkün olmasını da istemezdim!) Antep sözü edilince İmam Çağdaş, Küşlemeci Halil gibi isimler zaten direkt olarak akla geliyor…
7 Ekim, tüm dünyada Metropoller Günü olarak anılıyor ve o güne özel etkinlikler düzenleniyor. Bu kapsamda, dünyanın en büyük metropollerinden biri olan İstanbul'u konuşmak için 6 Ekim akşamı Marmara Belediyeler Birliği binasında toplandık -ki çoğumuz gibi, ben o binayı esas Tarih Vakfı'na ev sahipliği yapmasından bilirim!- ve hem nitelikli hem keyif veren konuşmalar dinledik. Konumuz…
İstanbul'a vefa borcumu biraz daha ödediğimi hissettiren ve beni çok duygulandıran güzel bir programdan haberdar edeceğim sizi: Enstitü İstanbul İSMEK’lerde artık derlediğim Geçmişten Günümüze İstanbul Lezzetleri’nden alınan ilhamla hazırlanmış 56 saatlik bir eğitim programı var. İstanbul’da paylaştığımız yemek kültürünü tüm bileşenleriyle, geçmişi ve günceliyle aktarmayı amaçlayan bu sertifika programı, ilk mezunlarını da verdi üstelik! Enstitü…
Michelin listeleri açıklandığında, sayılan mekanların büyük kısmına halihazırda gitmiş olduğumu fark ettim. Bu mekanları şimdi daha fazla insan denemek isteyecek, muhtemelen gitmeden önce de internette araştıracaktır. Ama son 3-4 yılda mevzu tamamen “bir paragraflık Instagram postu” boyutuna kaydığı -ve bilmediğiniz bir yeri üç cümleyle anlamak hiç de mümkün olmadığı- için, daha önce yaptığım ziyaretleri de…
Bir önceki yazıda, Mey İçki'nin Manisa Yenişehir'deki deneyim merkezini ziyaret ettiğimizden ve akşam Tuanna Bağları'nda Alaf'ın şeflerinin hazırladığı yemeklerle nefis bir rakı-yemek eşleştirmesi deneyimlediğimizden bahsetmiştim. Şimdi odağımı tamamen rakıya çeviriyorum, çünkü gündüz yaptığımız fabrika gezimizi ve tamamen rakıların kendisine odaklandığımız tadım deneyimimizi aktarmak istiyorum. Mey İçki'nin Alaşehir üretim tesislerinde, üzümlerin işlenerek önce mayşe, sonra suma…
Michelin Rehberi'nin İstanbul seçkisinin açıklanmasından tam üç gün önce, Alaf'ın şefi Murat Deniz Temel'in, Mey'in Alaşehir Deneyim Merkezi'ndeki ziyaretimiz için tasarladığı menüyü tatma imkanı bulmuş ve tek kelimeyle büyülenmiştik. Manisa Alaşehir'in iyi tarım alanlarına yakın olmasının avantajından faydalınalarak çok iyi malzeme bulunmuş, ama sadece malzeme kalitesine yaslanmadan yaratıcılık da konuşturulmuştu bu menüde, o yüzden detaylı…
*Bu yazı ilk olarak Feminist Tahayyül dergisinin Ağustos 2022 tarihli "Feminist Edebiyat ve eleştiri" dosyasında yayınlanmıştır. Bazen “keşfettiğiniz” bir yazar deprem yaratır içinizde. Okurken beyninizin kaşındığınıhissedersiniz, fikirler dışarı çıkmak için kafanızı içeriden tırmalar gibidir. Annie Ernaux’yuokumaya başladığımda, sanırım üçüncü ya da dördüncü sayfadan itibaren hissettiğim buydu.Bu yazı da o hissin bir neticesi. Burada “his”si vurgulamayı…
Bir önceki yazıda, Bordel'e gitme sebebimin, orayı açanın Mabou'nun şefi Cem Ekşi olmasını söylemiş ve "İstanbul’da şu an bana sorulsa direkt gidilmesini önereceğim iki yerden biri olan Mabou" demiştim. Böyle deyince "İkincisi neresi peki?" diyenler oldu. Bu yazıyı yazmadan önce tam dört kez gittiğim, menünün ciddi bir kısmını denediğim ve ben hariç 6 kişi daha…
İstanbul’da şu an bana sorulsa direkt gidilmesini önereceğim iki yerden biri olan Mabou’nun hususi olarak yaptıklarını takip ettiğim şefi Cem Ekşi, şef Gökhan Çilak’la birlikte Mabou’nun az ilerisine bir sokak lezzetleri mekanı açtı: Bordel. Cem’in Almanya’nın lezzetleri konusundaki uzmanlığını da sergilemesine izin veren Bordel, tam bir “Açken git, afiyetle karın doyur” mekanı, üstelik yine Asmalı’da……
Çamlıbel'de ilk kez 5 yıl önce yemiştim sanırım. Çok sevdiğim ve çok seyahat eden dostlarımden birinin en sevdiği yerdi, İstanbul'dan sırf et yemeye Çamlıbel'e gitmek de işten sayılmazdı! Tıpkı Susurluk Göbel Gizli Bahçe gibi, alkol servisi ve mezeleri de olduğu için, lezzetli Trakya etlerinin tadını çıkarmak adına gidilen yolun koymadığı bir yerdi Çamlıbel. Yeşil, geniş…
Halkidiki'yi çok seven bir arkadaşım, oraya gideceğimizi duyduğunda "Ne olur benim için de Strouboulis'e git. Biz gittiğimizde neredeyse her akşam orada içerdik. Portakal ağaçlarıyla, taş eviyle öyle tatlı bir yer ki..." dedi. Bu kuvvetli tavsiyeyi duyunca, tavsiye verenle de damak tadımızın ne kadar benzer olduğunu bilince, Halkidiki'de başka hiçbir meyhane aramadan Strouboulis'e çöktük bir deniz…
Halkidiki'ye dair şüphesiz daha pek çok şey yazılabilir. Ama plajlarından, sahil yemeklerinden dem vurup muhakkak gidilmesini önerdiğim bir meyhane de yazdığıma göre, çok beğendiğim bir dondurmacı ve az beğendiğim bir restorandan da örnek verip bence bu senelik Halkidiki dosyasını kapatabilirim! Önce çok beğendiğimden başlayacağım elbet: dondurmacı. Fregio, Selanik'te birkaç şubesi bulunan bir dondurmacı. Ben Kallithea'daki…
Atina, Selanik, Yunan adaları... Yunanistan, ne zaman neresini gezsem hep çok mutlu döndüğüm bir coğrafya. Hele Mykonos'la Santorini'ye, oradan sabahın üç buçuğunda feribotla Kos'a, oradan Bodrum'a geçtiğimiz o tatil, en güzel deniz tatillerimizden biriydi. Ancak Halkidiki'ye gitme fırsatını bir türlü bulamamıştık. Bu yaz beynimizin aktığı bir gün, "Hadi gidelim" deyip bir hafta sonrasına hızlı bir…
Balaban Dondurmacısı'nı ilk kez Lüleburgaz'dna geçerken, Park Et Lokantası'nda yediğimiz yemeğin üstüne dondurma tatmak istediğimizde denedim. Zira bir arkadaşım buranın Suadiye'deki şubesinin adeta abonesi, neredeyse her akşam orada dondurma yiyor! Daha sonra tabii İstanbul Suadiye'deki o şubesini de denedim. Böylece hemen her çeşidini tatmış oldum sanırım Balaban'ın. Öncelikle Lüleburgaz ve İstanbul şubeleri arasında bir tat…
Lüleburgaz'daki Bahar Köftecisi'ni yazarken, "Yol üstü mekanlar, tatili başlatırken ve bitirirken damakta iz bıraktığından mühimdir" demiştim. O yüzden, bu kez bir tatili bitirirken tavsiye üzerine uğradığım ve çok memnun kaldığımız bir başka yeri yazmak istiyorum: Park Et Lokantası. Tarihî Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi'nin hemen karşısında, yani Lüleburgaz'ın son derece merkezi bir yerinde bulunan Park Et…
Eskiden iş yerim de o civarda olduğu için, sık sık Eminönü-Karaköy hattında gezerdim. Haliyle oraları da iyi bilirdim. Şimdi eskisi gibi her yeni açılan mekanı bilemiyorum belki, ama müdavimlik anlamında bazı alışkanlıklarım hiç değişmedi. İşte bugün, tıpkı eski günlerdeki gibi bir Eminönü-Karaköy turu yaptım bugün. Nasıl iyi geldi, nasıl özlemişim ama… Artık Mısır Çarşısı’na kafam…
Önceki yazılarda (bu ve şu) ısrarla Bulgaristan’da hızlı servis beklenmemesi gerektiğini, sinirlenip “Bir saatte sipariş gelmedi, başka yere gidelim” derseniz boşuna bir saat daha kaybedeceğinizi söylemiştim. Yıllar yılı bu gerçeğin dışına çıkan bir yere rastlamadım, ta ki Happy Grill gerçeğiyle müşerref olana dek! Burası, bir nevi Big Chefs, Midpoint gibi orta segment bir zincir restoran.…
Bir önceki yazıda Targovishte’deki yemyeşil Borovo Oko gölüne nazır bir restorandan bahsetmiştim, bu sefer ise Varna’da denize nazır Pechkata’dan bahsedeceğim. Çok tatlı bir ambiansı, şahane bir menüsü, oldukça geniş bir şarap listesi olan bu güzel mekanı bir arkadaşımın önerisiyle keşfettim ve çok memnun kaldım. Pechka bildiğim nadir Bulgarca kelimelerdendi benim, “soba” demek, Pechkata ise “sobaya”…
Dokuz güne bağlanan bayram tatilinde, sınırı şöyle bir geçmeye karar verip tatili de Ahbetbey’deki Bahar Köftecisi’nin lezzetleriyle başlatmıştık. Ardından babamın köfteleri, halamın sarmaları, benim kuzu kaburgadan yahnim derken birkaç günü nefis ev ortamında takılıp rakija’ları hüpleterek geçirdik. Tabii rahat durmadık, sonuçta gezmeye de geldik! Babamın bizi yıllar önce götürdüğü, çok güzel ve sakin bir göl…
Yol üstü mekanlar, tatili başlatırken ve bitirirken damakta iz bıraktığından mühimdir. İlk intiba ve son intiba olarak, arabayla çıkılan tatillere lezzet katarlar. O yüzden herkes kendince güzel bir yer keşfetmeye çalışmaz mı zaten? Yol Trakya’dan geçecekse, köfte ve mevsimiyse kuzu/oğlak arayışının ön plana çıkması son derece normal! Biz de bugün Hamzabeyli’ye giderken yolumuza toplamda sadece…
Çipura aslında sevdiğim, ama yetiştirme olanından dokusunun aşırı gevşek ve yumuşak olmasından dolayı pek keyif alamadığım bir balık. (Yoksa yetiştirme olayına tamamen karşı değilim, olabilir, ama bu balıkta anlaşamıyoruz kendisiyle!) Uzun bir süredir de yemiyordum. Bir dostumun "Bu aralar güzel olta çipuraları denk gelebiliyor, şöyle sıkı etli, kaslısından" demesi üzerine bakınmaya karar verdim, hakikaten denk…
Çok değil, 50 sene öncesinde olsaydık veya Boğaz'ın bir zamanlar neredeyse sepetle balık tutulan bereketini bozmasaydık, şimdi Haziran sonunda her yeri yeni hazırlanmış çirozlar sarmış olacaktı; biz de o çirozları dereotu ve sirkeyle hazırlayıp afiyetle yazın rakılara, beyaz şaraplara eşlik etsin diye sofralara koyacaktık... Olmadı, tadını daha çok üst nesillerimiz çıkarabildi. Ben de en azından…
Tarih de içeren bilgili kahve yazısı gelmiştir! Bilen biliyor, benim olayım kahve değil, çay. (Çay için blog’a ayrı bölüm açmamdan hiç belli olmuyordu değil mi?) Lakin bilginin hiçbir türüne hayır diyecek yaradılışta değilim, zaten asla kahve içmiyor da değilim elbette! Hele oturup biri bana güzel güzel kahvenin olayı neymiş, 3. dalga ne, hani bunun 1.si…
Dün akşam MSA’da Efe Rakı ile birlikte harika bir #MeşedenNeşeye etkinliği yaptık. Rakının en güzel eşlikçilerine can veren zeytinyağını ve zeytini, “üzüm kızı”nın anası üzümü konuştuk, Antik Yunan’dan girdik 1930’ların bostanlarından çıktık… Sermet Muhtar Altus’lar bir yanda, Osman Cemal Kaygılılar diğer yanda, keyifle eski İstanbul’da gezindik; yaptığımız her yemeğin, kullandığımız malzemelerin geçmişine dokunduk. Efe Rakı’dan…
Normalde yetiştiği yerde diğer bitkileri boğduğu ve bir tohum saçmaya başladı mı alanını genişlettikçe genişlettiği için “yabani ot” sınıfında olan semizotu, çıtır çıtır ve hafif ekşi yapısıyla benim en sevdiğim salata, meze malzemelerinden. Bir ara kazara evde saksıda bile yetiştirmişliğim var, ne kadar kolay yetişiyor bir bilseniz! (Ama sonra diğer tüm saksılara tohumlarını saçıyor!) Tadını…