Haberler
Bilim & Teknoloji
Yaşam
Kültür & Sanat
Haberler
Bilim & Teknoloji
Kültür & Sanat
Geceleri yatmadan önce, sabah uyanabilmek için kurduğumuz alarmların sayısının, uykumuzun derinliği ve uykumuzu ne kadar sevdiğimizle doğru orantılı olduğuna inanıyoruz. Sabahları kurduğu tek alarm ile, bu alarmı da hiç ertelemeden, uyanan insanlara büyük hayranlık beslememiz bir yana dursun, bunu nasıl başarabildikleri bizler için hep “dünyanın en gizemli olayı” olarak kalacak. “Bir gün biz de böyle olur muyuz?” diye düşünmekten kendimizi alıkoyamasak da, içten içe cevabını biliyor olmak da canımızı yakıyor.
Ortada hiçbir sebep yokken, biz kendi halimizde kendi kendimize takılırken, bulunduğumuz odaya kardeşimizin girip huzurumuzu kaçırmak için çeşitli eylemlerde bulunması bizler için oldukça normal bir hal aldı ama kardeşimizin bu türdeki davranışlarına gösterdiğimiz en ufak tepkide, olayı abartabildiği kadar abartıp, annemizin, babamızın bize karşı taraf olmaları için gösterdikleri çaba, hala alışabildiğimiz bir durum değil. Her ne kadar bu durum bizi çileden çıkarsa da “bir gün onlar da büyüyecek” deyip, bu umuda dört elle sarılıyoruz.
Bugüne kadar karşılaştığımız tüm manzaralardan sonra “artık karşımıza çıkan hiçbir şey bizi şaşırtamaz” demek gibi bir hataya düşmüş olabilirsiniz ama bu görüntünün sizi biraz da olsa şaşırtacağına eminiz. Kardeşinin büyümesi için sulayanları bile gördük ama hayvanları yıkansın diye çamaşır makinesine atan çocuğu göreceğimizi biz de tahmin etmiyorduk. Çocuğun bunu en saf, temiz düşünceleri ile gerçekleştirdiğine eminiz de siz yine evcil hayvanınızı çocuğunuzla yalnız bırakmayın
Küçüklüğümüzden bu ya beynimizin büyük bir kısmını işgal eden “acaba uzaylılar gerçek mi? Gerçekse dünyaya geliyorlar mı?a” düşüncesi ve bu düşünceyi yine çocukluğumuzdan bu yana her geçen gün destekleyecek nitelikte olan, farklı farklı şehirlerden gelen, “uzaylı gördüm” ihbarları her geçen gün daha da artıyor. Yapılan bir araştırma, uzaylı görüldüğüne dair yapılan ihbarların hangi şehirler olduğu ortaya koyulmuş. Peki bu şehirler arasında, sizin yaşadığınız şehir ya da memleketiniz var mı?
Gün içinde yediğimiz yemeğin dozunu biraz da olsak kaçırdığımızda, kendimizi dünyanın en şişman insanıymış, kendi kilomuzun üzerinde en azından bir 10 kilogram daha eklemiş gibi hissetmemizin mantıklı bir açıklamasını yapabilecek biri var mıdır? Bilemiyoruz ama bu durumun yalnızca bizim başımıza gelmediğine de neredeyse adımız gibi eminiz. Böyle anlarda bizi bu durumdan kurtaracak bir şey varsa o da Beypazarı maden suyundan başka bir şey değildir.
İşe gidip, iş ortamını bize yaşanılır kılan, mesai saatlerinin uzunluğu hissetmememize yardımcı olan, bizi güldüren, eğlendiren, öğle yemeklerimizde sohbetiyle bizlere eşlik eden tek bir kişi varsa o da; iş arkadaşımızdır. İş arkadaşımızın izinli olduğu zamanlarda hissettiğimiz yalnızlık, kimsesizlik ve çaresizliği tam anlamıyla tanımlayabilecek hiçbir cümlenin olmadığını biliyoruz ama yine de illa tanımlamamız istenirse, sos kutusunda mayonezsiz kalmış ketçap çok da eksik bir tabir olmayacaktır.
Ev içerinde kendi halimizde kimseye karışmadan otururken, odasından çıkan erkek kardeşimizin ortada hiçbir sebep yokken, bulduğu her boşluğa saklanıp, bulunduğumuz odayı değiştirirken, birden önümüze atlamasına hiçbir zaman bir anlam veremesek de, bizler onları bu şekilde oldukları gibi kabul ediyoruz. Her ne kadar bu tuhaf davranışları dışarıdan bir gözle bakıldığında anormal gözükse de, bizler onlarla geçirdiğimiz tüm o süreç boyunca onların her türlü davranışını istemesek de benimsedik. Hayatımıza bir şekilde renk katan erkek kardeşlerimiz iyi ki varlar...
Yıllar önce kaynağının ne olduğunu bilmeden tüm sosyal medyada yayılmış olan bu video, yıllarca her karşımıza çıktığında, ilk gördüğümüz anda yaşattığı tüm duyguları hala koruduğunu görmek bizler için de her geçen zaman dilimi daha da şaşırtıcı bir hale geliyor. Yukarıdan düşen kedi nereden geliyor, adamın kafasına düşmeyi nasıl başarıyor, orada ne işi var, kafasına kedi düşen amca bayıldı mı, neden kimse yardım etmiyor ve patikle gezen köpek neden patik giyiyor? Bunlar yıllarca hepimizin merak ettiği ama asla cevabını alamayacağımız sorular…
“Sonunu hiç böyle beklemiyordum” dediğimiz, bizi ters köşeye düşüren, bir anlık boşluğumuzdan faydalanıp saatlerce gülmemize sebebiyet veren gönderilere alışmıştık ama bu video tüm bu alıştığımız gönderileri de geride bıraktı. Böyle bir proje hazırlamak kimin aklına gelmiştir, ya da bu fikri ilk kim hangi sebeple ortaya koymuştur? Bilemiyoruz ama bizlerin de yüzünü güldürüp, şaşırtıp “hasret kalmıştık böyle güzel işlere” dedirten bu videodan oldukça razıyız.
Kalabalık arkadaş gruplarımız ile bir araya gelip, “bu durumu nasıl aşacağız, bunu nasıl halledeceğiz, gelecekten beklentilerimiz ne, biz ne istiyoruz” gibi konuları enine boyuna tartıştığımız masaların, dışarıdan bakıldığında, yabancıların gözünde tam olarak bu şekilde gözüktüğüne eminiz. Hadi bizler Whatsapp gruplarımızdan konuşup, randevulaşıp bir araya geliyoruz da, bu pandaların kendi aralarında nasıl bir muhabbet dönmüş, neler yaşamışlar da böyle bir konsey düzenlenmiş, merak etmeden edemedik.
Pençe- Kilit Harekatı bölgesinde 23 Aralık 2023 tarihinde bir üs bölgemize sızmaya çalışan teröristlerle çıkan çatışmada 12 kahraman askerimizin şehit olduğu, 13 teröristin etkisiz hale getirildiği Milli Savunma Bakanlığı tarafından bildirilmişti. Bu çatışmada şehit edilen kahraman askerlerimiz; P.Uzm.Çvş. Abdülkadir İYEM-Şanlıurfa, P.Uzm.Çvş. Ahmet ARSLAN-Yozgat, P.Söz.Er Cebrail DÜNDAR-Mardin, P.Söz.Er Semih YILMAZ-Kırıkkale, P.Söz.Er Kemal ASLAN-Elazığ, P.Söz.Er Enes BUDAK-Ağrı, Piyade Uzman Onbaşı İsmail Yazıcı-Zonguldak, Piyade Sözleşmeli Er Yasin Karaca-Tokat, Piyade Sözleşmeli Er Çağatay Erenoğlu-Sinop, Piyade Sözleşmeli Er Emre Taşkın –Malatya, Piyade Teğmen Ramazan Günay-Afyonkarahisar, Piyade Uzman Çavuş Mehmet Serinkan-Denizli olduğu belirlenmişti. Yüreğimize kor gibi düşen bu haber üzerine şehit düşen askerlerimizden olan Piyade Sözleşmeli Er Kemal Aslan'ın 'Şehit olursam bu video sizde kalsın.' diyerek komutanına gönderdiği video ortaya çıktı.
Yapılan bir araştırmaya göre; dağınık insanların, diğer insanlara bakıldığında daha zeki olduğu ortaya çıkmış. Bu araştırma her ne kadar annelerimizi üzse de, bir yandan da “acaba benim çocuğum çok mu zeki?” diye şüpheye düşürmesi bile bizler için oldukça yeterli bir sonuç. Bundan sonra, “odamı toplayamadım çünkü çok yorgundum, çok işlerim vardı, hemen uyuyakalmışım” gibi bahanelerin arkasına saklanmamıza gerek yok. Sadece “odamı toplamayacağım çünkü ben dağınıklığı sevecek kadar zekiyim” dememiz yeterli.
Annemizin, koşularımızın, akrabalarımızın ya bulunduğumuz herhangi bir topluluğun içinde, çocuklarının marifetlerini ballandıra ballandıra anlatan annelerin yanında, boynunun bükük kalmaması, ortama ayak uydurması için “benim kızım da çok marifetli, çok beceriklidir, elinden her iş gelir” demesinin, bizim üzerimize yüklediği sorumluluklar hakkında kimsenin konuşmuyor olması canımızı sıkmıyor değil. Bu konuşmaların ardından gaza gelip yapmaya kalktığımız en ufak hamur işinde biz de bu videodakinden farksız sunumlar sergiliyoruz.
Hepimizin, çok mutlu hissetmesi gereken ortamlarda, içini anlamsız ve gereksiz bir hüznün kapladığı, sebebini asla anlayamadığı zamanlar olmuştur. Bu zamanlarda, bu durumu düzeltmek için elimizden gelen hiçbir şey olmadığı gibi, bir de mutsuzluğumuzu arttırmak için önümüze türlü türlü sebeplerin de eklendiği çok olmuştur. İşte tam o anlarda “içimde bir sıkıntı var ya, ne yapsam acaba?” diye kara kara düşünürken, çalan şarkının da önemini vurgular nitelikte bir video olmuş…
Fark ettiyseniz, çocukların ve bebeklerin, oyunculuk becerilerini sergileyebilmek gibi doğuştan gelen bir yeteneğe sahip oldukları inkar edilemez bir gerçek. Bu yetenek ilerleyen yaşlarında nasıl oluyor da kayboluyor biz de bilemiyoruz ama, eğer yetişkinlere verilen oyunculuk eğitimleri, o yaşlardaki çocuklara verilseydi, Oscar ödüllerinin sahiplerinin kim olacağı üzerinde çok da düşünmemize gerek kalmayacağına emin olabiliriz. Bu yeteneklerin önünün kesilmemesi gerektiğine canı gönülden inanıyoruz.
Her ne kadar kapak fotoğrafında, trafikte geçen bir olay olduğunu, iki sürücünün birbiriyle konuştuğunu fark ettiğimiz ilk anda aklımızdan “kesin yine trafikte kavga oldu, kesin yine birbirlerine girecekler” düşüncesinin geçmesine engel olamasak da, bu kez bizi utandırıyor olmalarına içimiz rahatlamadı değil. Bu düşüncenin etkisi altında videoyu gergin bir şekilde izlerken, sürücülerin arasında geçen naif, anlayış yüklü konuşma “hasret kalmıştık böyle güzel manzaralara” dedirtti.
Hepimizin hayallerini süsleyen, hayalimizde kurduğumuz arkadaşımızın özellikleri; her aradığımızda telefonu açan, her mesaj attığımızda anında dönüş yapan, her buluşmak istediğimizde müsait olan, her derdimize deva olan bir arkadaştır. Böyle bir arkadaşı bulunanınız varsa, o kişiye sahip çıkması, hiç kaybetmemesi yegane tavsiyemizdir. Daha karşısına böyle bir arkadaş çıkmayanlardansanız, üzülmeyin. Siz umudunuzu taze tutun. Nefes aldığınız sürece umut var demektir.
Dün akşam gerçekleşen derbinin heyecanını, herkes bir yakını, bir sevdiği ile paylaştı. Kimi ailesiyle, kimi arkadaşlarıyla, kimi tribünlerde tanımadığı ama aynı renklere tutulmuş, gönül bağı kuvvetli kişilerle, kimi de kimseyi bulamayıp tek başına seyredip, arkadaşları ile haberleşerek paylaşma ihtiyacını giderdi. Bunların hepsi normal tamam ama, eve sipariş ettiği yemeği getiren kurye ile oturup derbi izlemek… İşte bu tüm bu izlediğiniz kişileri tekte sollamaya yetecektir.
Bir yemeğin en can alıcı noktasının; kullandığımız tuz oranı olduğunu bilmekle birlikte bu oranı ayarlamanın dünyanın en zor olaylarından biri olduğunu da kabul ediyoruz. Annemizin yaptığı yemeklerde hiçbir zaman bunun öneminin vurgulanmadan, göz kararı denilen bir ölçüm sistemi ile ayarlanması, annemizin olmadığı zamanlarda yemeği bizim yaptığımız durumlarda ise yemeğin tuzunun hep ya çok az ya da hep çok fazla olması canımızı en çok sıkan durumların başında geliyor.
Çektiğimiz hangi dert, yaşadığımız hangi sıkıntı, kafaya taktığımız hangi program varsa, bunları paylaştığımız tek bir insanın varlığı bize yetip de artıyor ama bu dertlerimizden, sıkıntılarımızdan ne zaman karşı tarafa bahsedecek olsak karşılaştığımız ilk tepki “üzülme kanka” ve bu tepkinin sonucunda da karşı tarafta oluşan, bu cümlenin tüm dertlerimizi bir anda silip süpürme beklentisidir. Bu beklentiyi ne kadar karşılıyoruz bilemiyoruz ama sizlerin de derdinizi anlatırken karşı taraftan çok bir beklentinizin olmaması gerektiğinin de bir kez daha altını çizmekte fayda görüyoruz.
Hepimizin hayatında ne kadar çabalarsak çabalayalım, ne kadar uğraşırsak uğraşalım, uğrunda gözyaşı da döksek, ter de döksek olduramadığımız hayallerimiz vardır. Videoda, yemeğine ulaşmak için karşılığı olmayan boş bir çabayı, sadece bu motivasyonla birlikte durmadan uğraşmaya devam eden sincabı görmek, her ne kadar travmalarımızı gözümüze gözümüze sokup, tekrar yaşatsa da, dışarıdan bir gözle uğraşlarımızın boşuna olduğunu fark etmemize de yardımcı oldu.
Bugüne kadar gördüğünüz tüm konuşma şekillerini unutun. Karşımızda bu şekilde konuşan bir çocuk çıksa, çocuğu ilgiye boğmadan, her ağzını açtığında yanaklarını sıkıp, sarılıp, sevmekten kendimizi alamayacağıma adımız gibi eminiz. Türkiye'de bulunan diksiyonu düzgün kim varsa hepsini boş verip, bu çocuktan diksiyon dersi alabilmek için tüm varımızı yoğumuzu ortaya koyabiliriz ama ders verirken kendimizi kaptırıp dersten kopmayacağımızın garantisini de veremeyiz.
Hepimiz küçüklüğümüzde bir kere de olsa “Ali Babanın Çiftliği” şarkısını duymuşuzdur. Küçükken bu şarkıyı ne zamana dinlesek kafamızda tam olarak bu şekilde bir senaryo canlandığını kimsenin reddedeceğini düşünmüyoruz. Şarkıda adını geçirdiğimiz ne kadar hayvan varsa hepsinin tek bir videoda buluştuğunu görmek, bu senaryoyu kafamızın içinde yeniden canlanması için yeterli oldu. Fakat aklımızda tek bir sorunun da canlanması kaçınılmaz hale geldi; “Hayvanları nasıl ikna ettiniz?”…
Günlük 3 bardak çay içmenin, yaşlanma karşıtı etkiler gösterdiği öğrenilmiş, bu haberi aldığımız andan itibaren, önümüze gelen her çayı kafamıza dikmekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Gençleşmek için artık sinir, stres, sıkıntıdan uzak kalmamıza gerek kalmadığını, günde üç bardak siyah çay içmenin yeterli olacağını bizi rahatlatmadı değil. Aksi durumda dert, keder, üzüntü ve stresten uzak kalmak bizim için çok daha zor, hatta imkansız bir durum olacağına eminiz…
“Yaşadığın hayatı değiştirmek istesen, şu an neler yapıyor olurdun?” diye bir soru ile karşılaşsak, şüphesiz hepimizin kendi hayatında değiştirmek, ufak da olsa belli dokunuşlar yapmak istediği noktalar olacaktır. Biz bu soru ile karşı karşıya kaldığımızda, “sıkıntı yaşamayacağım düzeyde varlık, kafamızın yorulmayacağı, hiçbir sorunumuzun olmayacağı derecede rahatlık, hayatımızın her alanında hissedeceğimiz konfor ve bolca huzur” şeklinde cevaplarsak kimsenin yadırgamayacağına eminiz.
“Bugün yeni hayatımın ilk günü, bundan sonra sabah erkenden uyanıp, limonlu su içip, sağlıklı beslenip, sporumu yapıp, kendime hedefler belirleyip, bu hedefler doğrultusunda hayatıma yön vereceğim” dedikten sonra, gün boyu yataktan çıkmayıp, odamızın içinde yuvarlanıp durduğumuz anlar videoya çekilseydi, ortaya tam olarak şöyle bir görüntü çıkacağına eminiz. Bir gün tüm bu beklentilerimizi gerçekleştirebileceğimiz zamanlara geçiş yapabileceğimize olan inancımız ise her zaman baki.
Tek başına, akvaryumun bir köşesinde, tek başına bırakılan, yalnız kalması sağlanıp dışlanan balığın, hangi gerekçe ile diğer balıklar tarafından ötekileştirildiğini bilemiyoruz ama bildiğimiz tek bir şey varsa o da hiçbir balığın bu derecede yalnız bırakılmayı hak etmediğidir. Bu balığın yaşadığı yalnızlığı en derinlerimizde hissediyoruz. İzlediğimiz bu video bize Kayıp Balık Nemo ile Çirkin Ördek Yavrusu hikayelerini hatırlatıyor olması ile birlikte, bu hikayelerin sonunun iyi bittiğini bilmek bize teselli veriyor.
Dümdüz yolda yürürken, önümüze hepsi aynı noktaya kilitlenmiş, donup kalmış vaziyette birden fazla insanın durduğunu fark ederseniz, hiç endişelenmeyin. İçinde yaşadığınız simülasyon hata vermiyor ya da korkmanızı gerektirecek bir olay da yok. Sadece çevrenizdeki sesleri dinleyin çünkü muhtemelen çevrenizde bir yerlerde bir inşaat gerçekleşiyor olabilir. Seyircilerimizi rahatsız etmeden, o mekandan uzaklaşmak yapabileceğimiz en mantıklı hareket olduğuna inanıyoruz.
En uzun gece 21 Aralık değil, Gazze'de geçirilen her gece dünyanın en uzun gecesi. Biz evlerimizde ailelerimizle, sıcak yataklarımızda sıcak yemeklerimizle her hafta yenisi eklenen kıyafetlerimizle rahatlık, bolluk, bereket içerisinde günlerimizi geçirirken, Gazze'de yeni doğan çocuklar dahi her geçen gün daha fazla vahşete maruz kalıyor. İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği savaş değil “Soykırım” ve bu soykırıma karşı durmak bizim üzerimize düşen tek görev.
Kış aylarının gelmesi ile birlikte sokakta yaşayan hayvanların, sıcaklık ihtiyaçlarını karşılayabilmek için buldukları çözümlerin başında arabanın altında bulabildikleri boşluklara girmek geliyor. Bu durumda sokağa çıkıp bir yerlere gidebilme ihtimallerimizde, arabaya binmeden, çalıştırmadan önce araba kaputuna hafifçe de olsa vurmak, araba içerisine saklanan kedilerin can sağlığına zarar gelmemesi açısından oldukça önemli. Siz de aracınıza binmeden önce kaputa vurarak oluşabilecek sorunların önüne geçebilirsiniz.
Her ne kadar, hepimizin yaşadığı en uzun gece ayrı olsa da, hepimiz tarafından “En Uzun Gece” olarak kabul edilen 21 Aralık, bizim için artık geride kaldı. Telefonunuzda, müzik listelerinize kaydettiğiniz tüm efkarlı depresyon şarkılarını, sizi bir dertten başka derde sürükleyecek acıklı şarkıları silip, silkelenerek kendinize gelebilirsiniz. Artık uzun gecelerimiz geride kaldı. Tüm üzüntüsünü bu duruma bağlayıp, günümüz aydınlanmıyor diyeniniz varsa, bu haber sizin için müjde olacaktır.
Arkadaşlarımızla buluşacağımız zaman, bir buluşma saati belirlendiğinde, buluşma mekanına ne kadar uzakta bulunuyorsak bulunalım, bu mekana ilk giden her zaman biz oluyoruz. Mekanda kendimize göre bir yer belirleyip, arkadaşlarımızı beklerken çok göze batmamak, dikkat çekmemek için gösterdiğimiz çabanın, içimizden “çok geç kalmadan bir an önce gelseler” diye ummamızın karşılığını verecek, bu durumu telafi edecek tek şey, arkadaşlarımızın bir an önce gelmesidir.
Üzerine bastıra bastıra, belki de yüzlerce kez el şakalarından hoşlanmadığımızı dile getirdiğimiz arkadaşlarımızın, buna her fırsatta devam etmelerinin sebebi nedir inanın biz de bilmiyoruz ama sözümüzü umursamayıp bu konuda ısrarcı davranan arkadaşlarımıza sergilediğimiz tavrın videodakinden çok da farklı olmadığına eminiz. Bu durumda karşı tarafa karşı gülerek, nazikçe, kibarlığımızı sergileyerek “yapmaz mısın?” demenin bir faydası olmadığı da tecrübeyle sabit…
Güne başlarken kendimizi “bugün hiçbir şeye sinirlenmeyeceğim, hiçbir şeyin beni strese sokmasına izin vermeyeceğim, yumuşacık, mutlu, huzurlu bir insan olup, her şeyden keyif alacağım” diye teselli ettikten sonra, önümüze çıkan en ufak olumsuz durumda kendimizi kaybedip, içimizde gizli olan o canavarın dışarı çıkmasına engel olamıyorsak, orada durup düşünmemizi gerektiren bazı noktalar vardır. Bugün değil ama elbet bir gün bizim de mutlu olacağımıza dair umutlarımız hala diri duruyor…
Bir işe odaklanmışken, diğer işimizin belirsizlikte kalıp, beynimiz açısından zaman aşımına uğraması artık oldukça alıştığımız bir durum haline geldi. Hatta artık öyle bir noktadayız ki, elimizde tek iş olduğu zamanlarda dahi, elimizdeki işe dair detayları da unutuyor, kendimizi özellikle yemek yaptığımız zamanlarda “acaba tuzunu koymuş muydum, şeker atmış mıydım, kaç kaşık koydum?” diye sorgularken buluyoruz. Bu durumlarda kalmamak için yapmamız gereken tek şey her anımızı kaydetmek gibi gözüküyor…
Bir motor sürücüsü, emniyet şeridinde ilerlerken, önündeki araçtan yol istemesi üzerine araçtakiler polis memuru çıkınca ceza yemiş. Bu durum bizde bulunan bu şansla, sadece bizim başımıza gelebilir sanıyorduk ama dünyanın bir yerlerinde en az bizim kadar şansız insanların varlığından bu video ile haberdar olmamız bizler için de sürpriz oldu. Motor sürücüsünün yaşamış olduğu bu acıyı en derinlerimizde hissediyor ve geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz kendisine…
Her sabah uyandığımızda, hiç telefona bakmadan, kendimizi oyalamadan, direkt yataktan kalkıp, günümüze enerjik bir şekilde başlamanın hayalini kurmamıza rağmen, hiçbir zaman bu hayallerimizi gerçekleştirememek de canımızı öyle böyle sıkmıyor. Bu davranışları gerçekleştirmek bir tarafa dursun, biz her sabah uyandığımızda, etrafa boş boş bakarak, hayat sorgusu gerçekleştirmekten öteye gidemiyoruz. Hadi biz, bizi anlarız da, bu kedinin derdi neydi? İşte onu biz de bilemiyoruz.
Arkadaşlarımıza anlattığımız meseleleri, “yok ben daha fazla bir şey söylemeyeceğim, benim için bu konu kapandı artık” dedikten sonra, içimizde kalan her şeyin bir şekilde dışa vurumu aynen bu şekilde oluyor. Söylemek isteyip de söyleyemediğimiz, içimizde kalan, ağzımızı açamadığımız her şeyin, en ufak pürüzde ağzımızdan kaçıp, bir daha susturamadığımız seslerin, dışarıdan bir gözle bakıldığında böyle gözüktüğüne eminiz ama bu anlarda da kendimize engel olamadığımız bir gerçek.
Ailemizle bir arada bulunduğumuz, istisnasız her ortamda aklımıza bir den gelen o saçma soruları dışa vurmadan yaşayamadığımız, tarafımızca kabul edilen bir gerçek. Bu durumlarda ağzımıza gelen o saçma soruları karşı tarafa ilettiğimizde aldığımız yanıtlar da kimi zaman bir o kadar komik olabiliyor. Genelde annelerimizin konuştuğumuz her konunun bizi oldukça fazla bağladığına dair inançları “ağzını hayra aç, Allah korusun, düzgün konuş” gibi cümlelerin doğmasına sebebiyet verebiliyor.