Haberler
Bilim & Teknoloji
Yaşam
Kültür & Sanat
Haberler
Bilim & Teknoloji
Kültür & Sanat
Hayatın içerisinde mekânlarda zaman akıp giderken, geometrik dokuların ve formların üzerine hep insanların varlığı yansır. İnsanlar yalnızca bulundukları ortamları değil, uzamı da yapısal olarak ön plana çıkartırlar. Böylelikle kompozisyon içerisinde geometri ve insan estetik açıdan sanatsal olarak ilişkilendirilir ve ifade daha da güçlenmiş olur. Bu çalışmada insan, yapıların ve formların kompozisyon içersinde ilişkilendirildiği duruşuyla, farklı yaşantı ve değerleriyle başka bir açıdan izleyiciye sunulmaktadır. Farklı parçaları, nesneleri, öğeleri en iyi şekilde bir araya getirmek ve bu amaçla oluşturulmuş bütüne yüklenen anlam kompozisyondur. Sanatın
Benim içimdeki ressam, Matisse’e yakın oturur. Ama Picasso’yu da büyük kabul eder, Modigliani ile sabaha dek dans eder, Pre-Raphaeliteler’i hep özler, Edward Hopper’ı izler. Avni Lifij’i, Erol Akyavaş’ı, Mübin Orhon’u, Burhan Uygur’u, Cihat Burak’ı, Yüksel Arslan’ı, Mehmet Güleryüz’ü, Mustafa Horasan’ı, Alp Tamer Ulukılıç’ı çok sever. Herkesin en az bir ressamı vardır. Ama yine de bazı ressamları, nedenini açıklayamasak da diğerlerinden daha çok severiz. Matisse’e gelince; o ayrıksıdır, sıra dışıdır. 1905’te “Vahşiler” (Les Fauves) sergi açtığında, en çok öne çıkan kişi Matisse olmuştu. Sanat tarihine Fovizm olarak geçen sözcüğün yıldız ismiydi Henri Matisse. 20 yaşında geçirdiği bir apandisit krizinden sonra sıkıntıdan
Bölüm 06, Nepal, Chitwan 4 Temmuz 2024 – Perşembe Sabah erken, altıda kalkıp, hazırlanıp kahvaltıya iniyoruz. Kahvaltı güzel. Üç, dört aydır şu meşhur üç beyazı “un, şeker, tuz” bırakmıştım. Bu tatilde yiyecek sıkıntısı olmasın diye olayı biraz esnettim. Tuz yok, şeker az ama ekmek, hamur tam gaz. Bu anlamda kahvaltı güzel geliyor. Tek eksik zeytinle peynir. Kahvaltıdan sonra yürüyerek nehir kıyısına gidiyoruz. Burada ağaçtan oyma mı, fiberden mi olduğunu kestiremediğim kanolar var. Bu arada yüzen timsahlar görünüyor. Biraz da tırsarak biniyoruz bir kanoya. Güzel fotoğraflar çekerek ilerliyoruz. Yanlış anlamadıysam bu nehir de Ganj’a
Vefa duygusu/Vefa borcu, günlük yaşamımızın en has ve anlamlı kavramlarından birisi olsa gerektir. Dünya hali bu; dermansız derde düşer bazen insan, zor durumda kalır, çaresizlik yaşar. Elbette şifa olmayacağını bilir ama dost yüzü görmek ister, zorda kalan. Bazen bu dilek yerine gelse de, gayet iyi biliriz ki çok kez sıcak bir dost elinden mahrum kalınır. O vakit esef duyarız, buz keser gönlümüz. Son yolculuğuna uğurladıklarımızın ardından da ne yazık ki benzer bir hal ortaya çıkar. Bu hal, yaşadığımız hüznü katmerleştirir. Bir vakitler karşılıksız yardım ve iyiliği dokunduğu, el uzattığı insanlar, derdine ortak olduğu kimseler görünmezler ortalıkta. Uğruna fedakârlık ettiği kimseler
“… insan hayatı imgelerce hem kutsanmış hem de lanelenmişti; kendini ancak imgeler aracılığıyla kavrayabilirdi, imgelerin zorla uzaklaştırılması imkansızdı; onlar, sürünün başlangıcından beri içimizdeydiler, düşünmemizden çok daha önceye ait ve çok daha güçlüydüler, zamanın dışındaydılar, onlar geçmişi ve geleceği kendilerinde birleştiriyorlardı, bir rüyanın ikiye katlanmış hatırasıydılar ve bizden daha güçlüydüler: burada uzanmış yatan Vergilius da kendisi için bir imgeydi, ve geminin gerçekliklerin en gerçeğine dümen kıran, görünmez dalgalar tarafından taşınan, dalgalara batıp çıkma imgesi, aslında onun kendi imgesiydi, karanlıktan gelen karanlığa yelken açan, karanlığa gömülen Vergilius da uçsuz bucaksızlık olan o gemiydi, uçsuz bucaksızlığı hedeflemiş kaçıştı, kaçış halindeki gemiydi, hedefti, uçsuz
Üzülerek söze başlıyoruz, çünkü asırlık bir çınarı kaybettik. Memleket fotografisinin duayen isimlerinden Necmettin Külahçı ustayı, nam-ı diğer Necmettin baba’yı (1932-2024) yılın son günlerinde, ne yazık ki son yolculuğuna uğurladık. Doğa aşığı bir ustaydı, hoşgörü timsaliydi merhum Külahçı. FSK’nın (Fotoğraf Sanatı Kurumu) kurucu üyelerinden biri, DASK’ın (Doğa Araştırmaları Sporları ve Kurtarma Derneği) Kurucu Başkanı, AFSAD’ın (Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği) Onur Üyesi, DOGAY’ın (Doğada Görüntü Avcılığı Yarışması) vazgeçilmez değeridir Necmettin Külahçı. Onun fotoğraf alanında ulaştığı ustalık mertebesi fazla söze gerek bırakmaz. Pek çok fotoğrafçının daha dünyaya gözlerini açmadığı tarihlerde memleketin kuş uçmaz kervan geçmez yerlerine, sarp arazisine, karlı zirvelerine, yüksek yaylalarına gidip
Bir yolculuk ne zaman başlar? Fikir akla ilk düştüğünde mi? Aylar öncesinden biletler alındığında mı? Hiç bilinmedik bir ülkenin kokusunu ilk alışında mı? Fikrin somutlaştığı ilk andan sonra bana esen rüzgarlar değişmeye başlamıştı bile. Sekiz ay sonrasını bekleyen bir geri sayım saatim vardı artık. Rutinimin içinde zaman zaman bana göz kırpıyor ve kaçınılmaz bir doğrultuda olduğumu hatırlatıyordu. Dilini, tarihini, tadını bilmediğim o yere doğru ufak adımlar atmaya başladım ben de. Zamanın imkanları bir dönemin gezginlerini kıskandıracak kadar fazla. Fakat gerçekte de öyle mi? Sosyal medyadan kulaklarımıza ve gözlerimize dolanlar, milyonlarca yorumlar, videolar neyi anlatıyor? Birbirinin çok benzeri fotoğraflar ve videolar
İFSAK Ailesinin değerli üyeleri ve fotoğraf dostları, İFSAK Ayın Fotoğrafı etkinliği, 1975 yılında dernek üyelerinin teknik bilgi, becerilerini geliştirmek ve değerlendirmek amacı ile başlayıp günümüze kadar süregelen en önemli etkinliklerimizden biridir. Her sezon başı belirlenen konulara uygun fotoğrafların her ay farklı bir konuk tarafından değerlendirdiği bu etkinlikte sezon sonunda en başarılı olan üyemize “Yılın fotoğrafçısı” ödülü verilmektedir. Bizler de bu kapsamda 50 yılı geride bırakan etkinliğimizin, 2023-2024 sezonuna ait tüm seçilen fotoğrafların bir arada olduğu bir dijital kitap çıkarmak istedik. Çünkü biliyoruz ki basılı ve/veya dijital her kitap çok daha kalıcı olduğu gibi daha geniş kitlelere de ulaşılmasını sağlıyor. 2023-2024
Bölüm 05, Nepal, Chitwan 3 Temmuz 2024 – Çarşamba Sabah erken kalkıyoruz. Yeni bir macera başlıyor. Daha önce yazmamıştım; tatile çıkmadan iki gün önce aldığımız uçak biletlerinden Air Nepal’in Katmandu-Bombay seferi iptal olmuştu. Biz de rezervasyonu iptal etmeden önce telaşla yeni bir uçuş aramış ve bir gün sonraya Air India’dan biletimizi almıştık. Neyse, diğer uçuşun iptali ve paramızı geri ödemeleri sorun olmadı, birkaç gün içerisinde hesabımıza iade ettiler bilet paralarını. Yeni rezervasyonla Nepal günümüz bir arttı, Hindistan bir azaldı. Nepal artınca araya bu iki gecelik turu soktuk, aslında programımızda yoktu. Bu turu araya sokunca da Nepal otelimizin rezervasyonu bir gün
Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Zeynep Yılmazoğlu https://instagram.com/zeynepyilmazoglu tarafından yayına hazırlanmıştır. . . . . . . . . . . . . Yapı Kredi Galeri’deki ‘Yeryüzü Halleri’ sergisinden çıktığımda kendime bu soruyu sordum. Sergide insanın doğayla ilişkisi üzerine düşündüren pek çok nokta vardı; doğa nedir, şehirle doğa ko-puk mudur, sanatçının doğayla derdi nedir, sanat kalıcı olmalı mı, materyalin kalıcılığı mı fikrin kalıcı-lığı mı daha önemli? gibi sorular filizlendi aklımda. İsmini, Birhan Keskin’in insan dışı canlıları merkeze alarak yazdığı şiir kitabı ‘Yeryüzü Halleri’nden alan sergi, ekolojiye dayanan eserler üreten on bir güncel sanatçıyı bir araya getiriyor: Rozelin Akgün,
siz hiç bulutları seyrettiniz mi / ama sadece bulutları / hayatlarımızın dilsiz yoldaşlarını …/ …ah, o bulutlar / doğumların, ölümlerin, anların, anıların / hayatlarımızın sessiz tanıkları / rüyalarımızın aynaları. Babam da dedi ya, “bilmediğimiz çok şey var” diye, benim de bilmediğim çok şey var, ancak yeni bir şey öğrendiğimde anlıyorum, onun bilmediğim bir şey olduğunu. Peki, nasıl bulacağız yolumuzu bu kadar bilinmeyenin içinde? Aaa, bunları rüyamda ben mi düşündüm, yoksa birisi mi söyledi bana, uyanınca sorarım babama, ama daha o cevap vermeden zaten annem hemen atlar, bir cevap yapıştırır, “Jung der ki, Bion der ki”, diye başlar. Ben en iyisi
Fotoğrafçının Doğuşu Bir zamanlar gençtik. Nedensiz bir evrensellik peşindeydik. Batı ne yapıyorsa biz de onu yapmak istiyorduk. Görgümüzü yarışmalarla cilalıyorduk. Arzuladığımız ekipmanlar Kaf Dağı’nın ardındaydı. Bizler de sanki Binbir Gece Masalları’nın yolunu şaşırmış kahramanlarıydık. Savaşmadan kazanamıyordu insan. Bunu henüz bilmiyorduk. Bu yüzden hiç savaş da kaybetmemiştik. Yabancı dergilerin eski sayılarında fotoğraf makineleri ve objektiflere bakarak hayaller kuruyorduk. Orada her şey çok güzeldi. Yayınlanmış fotoğrafları, hemen yanlarında duran makinelerle eşliyorduk. O makinelere sahip olamazsak o fotoğrafları çekemeyecekmişiz gibi geliyordu bizlere. O günlerde o fotoğrafların birçoğunun başka fotoğraf makineleriyle çekildiğini de bilmiyorduk. Bizim fotoğraflarımız da bir gün o dergilerde yayınlansın istiyorduk. Neckermann
Okuyucu, edebi bir metinde anlatılanları kendi bilgisi, düşünce ve hayal dünyası, kültürü ve çevresel şartları içinde ya da okumasına mola verip başka kaynaklara başvurarak imgelenip anlamlandırma avantajına sahiptir. Aynı anlatım bir film ile yapıldığında, izleyici, yönetmenin filmi çekim sürecinde başına gelen gibi, ilk olan sayfalarda yapılan tasvirlerin görsel sunumundaki kısıtlaması ile yüz yüze kalacaktır. Bunun üstüne görüntüleri zihninde tutma telaşı içinde hızlı bir akışı bölük pörçük imgelemeyip dar bir zaman içinde anlamlandırmakla uğraşmak zorundadır. İzleyicinin görüntüler akarken üzerinde çok düşünme imkânı yoktur. Fotoğraf ise hem edebi bir eserden hem de bir filmden çok daha kısıtlı olarak izleyicinin karşısında yer alır.
Neden “KAPALI ÇAĞRI” İFSAK, kurulduğu günden beri üyelerine olduğu kadar, üyesi olmayan fotoğraf ve sinema severler için de projeler üretmeyi kendine bir görev bilmiştir. Bu amaçla da çalışmalarını sürdürmektedir. Projeler Birimi olarak üyelerimize özel bir şey yapmak istedik ve “KAPALI ÇAĞRI“ Projesini geliştirdik. Projemizin adının “KAPALI ÇAĞRI“ olmasının nedeni ise, sadece İFSAK üyelerine özel olmasıdır. 2023 yılında dört temadan oluşan KAPALI ÇAĞRI projemiz, 2024 yılında da yine dört temadan oluşuyor. Üyelerimiz isterse birine, isterlerse dördüne birden katılabilirler. Bu yılın dördüncü teması fotoğrafta etkili anlatım biçimlerinden biri olan “KAOS“. Hedefimiz proje sonunda üyelerimizden gelen fotoğraflarla dijital bir dergi yapıp, bunu İFSAK
Bölüm 04, Nepal, Bhaktapur 2 Temmuz 2024 – Salı Sabah çok erken kalkıyoruz. Taksici ile sabah 04:00 buluşmak üzere sözleşmiştik. Yanımıza kahvaltı için bir şeyler alıp çıkıyoruz. Taksici otelin kapısında bekliyor. İlk hedefimiz Himalayaların da manzaraya dahil olduğu gün doğumunu izlemek. Ama hava çok kapalı. Bir umut yola çıkıyoruz. Bir saat yolumuz var. Gideceğimiz yer Narangot Köyü. Güneş doğmadan varıyoruz fakat tahmin ettiğimiz gibi bulutlardan sisten dağlar görünmüyor. Ama manzara harika. Katmandu vadisi kenarındaki bu yüksek manzara tepesinden, her şey yolunda olsaydı Everest dahil Himalayaların sekiz tepesini de görebilecektik, olmadı. Bir iki tepenin ucu ile idare ediyoruz. Güneş hiç yok
Dalgalanıyor rüyam, arada sanki rüyada olduğumu fark ediyorum, arada rüyanın içinde kayboluyorum, nerede olduğumu bilmiyorum. Ama o sesleri tanıyorum ben: birisi annemin sesi imiş, diğeri babamın. Bir de rüyalar “o bastırdığımız bebeksi korkuları, arzuları sembolik yolla dile getirerek uykuyu korur”muş, öyle diyor annem. Aaa rüyada olmak iyi bir şey o zaman, rüyalarım, annem babam gibi bir şey galiba, onlar da beni hep korur. Ah, keşke çocukları her yerde her zaman koruyan birisi olsaydı. Rüya belki de öyle bir şey, kim bilir. Nimet teyze başka bir masal anlatıyor bana. Rüyaların bize mesaj verdiğini söylüyor, öte dünyalardan mesajlar. Yani, bulutlardan mesaj getiriyormuş
Sanat eseri, izleyicisinin (belki de toplumun demek daha doğru olacak) bilinç ve bilinçaltını harekete geçirerek içerik ve biçim olarak sunduğunun anlamlandırılmasını talep eder. Bu tahrik edici ve kışkırtıcı bir durumdur. Fotoğrafçı da sunduğu fotoğraf karesinde yer alan öğelerle bunu yapmaya çalışacaktır. Dolayısıyla tahrik edilerek kışkırtılabilen izleyicinin eleştirici yanının ortaya çıkması da kaçınılmaz olacaktır. Anlatılmak istenenin çokluğu ya da büyüklüğü hiçbir zaman fotoğrafta yer alan öğelerin çokluğu ile ilintili olmayacaktır. Çoğu kez fotoğrafta gösterilmeyenlerin zihindeki imgeleri fotoğrafı anlam olarak zenginleştirecektir. İşte bu fotoğraflar “minimal” olarak kendi yolunu açar. Minimalizm 1950’li yılların sonunda başlamış gibi görünse de Leonardo DaVinci’nin “Simplicity is the
Hanoi’den Sapa’ya Geçen yaz Başkent Hanoi’den Sapa’ya kadar Vietnam’ın kuzeyine yaptığımız yolculuk fotoğraf açısından tam bir şölendi. Bu bölgede pirinç üretimi yoğun yapılıyor. Bilindiği gibi uzak doğuda pirinç tüketimi çok yaygın, hemen her öğünde yeniliyor, böylece tarımla uğraşan ailelerin hepsinin kendine ait pirinç terasları var ve ailecek çalışıyorlar. Bu bölgedeki Çin sınırına yakın Mu Cang Chai kasabasında iki gece konakladık. Bizim Karadeniz bölgesinde olduğu gibi dere yatağında kurulmuş olan kasaba aynı zamanda fotoğrafçılar için turistik bir alan olmuş, vadiden yükselen dik yamaçlardaki pirinç terasları görsel olarak çok estetik çünkü. Bölgeye turlar düzenleyen yerel fotoğrafçılar sayesinde çok eğlenceli bir kaç gün
SD Kartlar [Secure Digital kartlar] SD kartlar veya güvenli dijital bellek kartları, dijital kameralar, bilgisayar tabletleri veya cep telefonları gibi çeşitli elektronik cihazlarda, dijital verileri kaydetmek ve saklamak için kullanılan küçük, çıkarılabilir ve yeniden yazılabilir bellek kartlarıdır. SD kartlar, 1990’lı yıllarda müzik endüstrisinde telif haklarını korumak amacı ile geliştirilmişti. Dolayısı ile, dijital müzik, fotoğraf ve video verilerinin güvenli bir şekilde depolanmasını ve aktarılmasını sağlarlar. Bu yüzden kamera üreticilerinin tercih ettiği bir bellek aracı olmuştur. Küçük boyutu, hızı, pratikliği ve yüksek depolama kapasitesi nedeniyle birçok elektronik cihazda yaygın olarak kullanıldığı için farklı ihtiyaçlara cevap verecek şekilde çeşitli kapasiteler, hızlar ve boyutlarda
Yatay bir fotoğrafın, sağ yarısında dinç görünümlü bir adam, bakışlarını aşağıya yöneltmiş, objektifin üzerinde gezinmesine izin veriyor. Gözünde siyah çerçeveli gözlüğü; alnını, çözülmesi gereken zor bir problemin karşısındaymışçasına kırıştırmış, elini dudaklarının arasına götürmüş. Görüntü, fotoğraf için verilen bir pozdan çok, yoğun bir adamın gerçekten düşünceli bir ânını gösteriyor… Fotoğrafın objesi, ünlü mimar Le Corbusier. Takvimler 1959 yılını gösteriyor. Mimarlık tarihine ciddi bir bakış attığımızda, 20.Yüzyılın mimarlık konusundaki en önemli dehalarından birinin de bu sanata getirdiği özgün yaklaşımlar ve cesur uygulamalarından dolayı hiç şüphesiz Le Corbusier olduğunu görürüz. Kimileri onu yalnızca zenginlere villalar tasarlayan bir mimar olarak değerlendirse de o daima,
Bölüm 03, Nepal, Katmandu 1 Temmuz 2024 – Pazartesi Dün akşamın etkisi ile bu sabah biraz geç kalkıyoruz. Dışarıda yapmaya çalıştığımız kahvaltı girişimi başarısız olunca, tekrar otele dönüp dün yaptığımız kahvaltıdan yapıyoruz. Kahvaltı sonrası, ölü yakma törenlerinin yapıldığı “Peshupatinath tapınağına” gitmek için bir taksi bulmak üzere yine sokaktayız. Otelin çok yakınında bir taksi buluyor ve tapınağa doğru yola çıkıyoruz. Tapınağa geldiğimizde taksici isterseniz bekleyeyim diyor. Biz de bugün gideceğimiz diğer yerleri söyleyip, alaşağı ver yukarı pazarlıkla adamı 3000 Rs ‘ye tüm gün bağlıyor ve beklemeye bırakıyoruz. Akabinde tapınaktayız, giriş bilet ücreti olan 1000 Rs’yi verip giriyoruz içeriye.
Rüyalar da bulutlar gibi mi acaba? Sürekli akıp duran, türlü türlü şekle giren, her an her yerde başımızın üstünde bitiveren, zamanlı zamansız. Bazen ürkütücü, bazen ılık sıcak bir huzur. Her gece ayakucumda uyuyan Badem, o gece yanıma gelmedi. Annem arkadaşlarını görmeye gittiğini söyledi. Bana hiç söz etmeden nasıl gider? Sanki, doğduğumdan beri hep koynumdaydı, sırdaşımdı o, en yakın arkadaşımdı. Her gece konuşur dertleşir, sarıp sarmalardık birbirimizi, konuştuklarımızı ertesi gün Gamze’ye de bir bir anlatırdım. Ben anlattıkça, o da severdi Badem’i. Ben yarın ne diyeceğim Gamze’ye? Badem niye beni bırakıp gitti acaba? Yoksa onu küstürecek bir şey mi yaptım? Bu ne
Bu gece insanlar uykudayken acaba hangi soğuk boş bir duvar daha sanata kavuşacak diye hiç düşündünüz mü? Dün önünden geçtiğiniz duvarı hiç fark etmezken sabah uyanıp da, yine önünden geçerken gözünüz takıldı mı? Eğer bunlar aklınıza geliyorsa ve fark edebiliyorsanız, hoşunuza gitse de gitmese de birileri ellerinde boyalarla, tuval olarak kullandıkları duvarlara yeni boyutlar kazandırmış demektir. İzlettikleri resimlerde teknik olarak çok detaya inemeseler de hız çarpı zaman bağlamına bir de anlam ve düşünce katmaya çalışmaları yine de dikkate değer. Giderek yaygınlaşan hatta başa çıkılamayan bu durumun başrolünde ise 20.yüzyıl başlarında
İstanbul’da fotoğraf çekmenin kendine mahsus bir zorluğu var. İlgi çekici imajların yoğunluğu öyle bir raddeye ulaşıyor ki, kendinizi tekinsiz bir durum içerisinde buluyorsunuz. Tercih edilen her bir belirli imaj, eş zamanlı olarak orada gerçekleşen ve fakat sizin ıskaladığınız bir başka ihtimalin varlığına vurgu yapıyor. Öyle ki, hayatınızın en iyi fotoğrafını çektiğinizi düşünürken çok daha iyisini kaçırmış olabileceğinizi düşünmeden edemiyorsunuz. İşte burada sunulan fotoğraflar bu tekinsizlik içinde çekildiler. Orada bulunan insanlardan soyutlanmış bir mekan kavramına hiçbir zaman inanmadım. Aynı şekilde İstanbul mekanlarını hususileştiren şeyin de sırtında taşıması ağır bir tarihsel miras ya da belirli bir estetik tonla inşa edilmiş binalar olduğunu
Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Ahu İncekaralar https://instagram.com/ahuincekaralar tarafından yayına hazırlanmıştır. . . . . . . . . . . . . Belgesel fotoğrafçı Mary Ellen Mark’ın aramızdan ayrılışının üzerinden 9 yıl geçti. LIFE, New York Times Magazine, The New Yorker, Rolling Stone ve Vanity Fair gibi yayınlarda fotoğraf ve portreleri yayımlanan Mark dünya çapında ün kazanmış bir fotoğrafçıydı. 2015 yılında aramızdan ayrılana kadar, 50 yılı aşkın süre yoğun olarak hümanist bakışı yansıtan fotoğraflar çekmiş, Rahibe Teresa, Hint Sirkleri ve Bombay’daki genelev tasvirleri ile az görüneni görünür kılma gibi bir misyonuda doğal olarak üstlenmişti. Ötekileştirilmiş insanların etkileyici
1 Resimler ve fotoğraflar en büyük bilgi kaynağımız; zaman içinde neler olduğunu onlarla iletişim kurarak anlamaya çalışırız. Biz fotoğraflara baktığımızı sanırız ama aslında onlar bize bakarlar. Manzaralardır onlar, portreler, ölü doğalar; sanki birileri bizim yerimize yaşamıştır o günleri; o patikalardan bizim için geçmiş, insanlarla göz göze gelmiş, bizim adımıza o vazonun içine bir demet çiçeği bırakmıştır. Takvimlerde görmüşüzdür onları, kartpostallarda, üçüncü hamur kitaplarımızın hayatımızı değiştirmeye yeminli ünitelerinde çıkmıştır karşımıza. Sıkıldıkça bakmışızdır onlara; ferahlatmıştır içimizi. Asla gidemeyeceğimiz, bekçileri yorgun ve sanat tarihinin depose olmuş köhne müzelerde beklemiştir bizi o resimler. İl Millî Eğitim Müdürlüğünden izin alınacaktır; yorgun bir otobüs kiralanacaktır ve
Daha ziyade motorlu araçların çamurda, buzda, kumda veya benzer zorlu zeminlerde lastiklerinin (tekerleklerinin) hareketine rağmen ilerleyememesi, olduğu yerde kalması durumunu anlatan teknik bir terim olarak patinaj sözcüğü kullanılır. Fakat bu sözcüğün, hayatın içinde olup biten başka şeyler için de sıklıkla kullanıldığına tanık oluruz. Konuşma, düşünme, eyleme becerisi kazanmış olan insana has bir şeydir bu. Çünkü, hangi kültürden ve eğitim-öğrenim düzeyinden olursa olsun insan evladının çok ciddi sanat yapma potansiyeli ve kabiliyeti var. Öyle olduğu için, fiili durumu anlatmak üzere üretilmiş kelimeleri, hayata dair başka durumları güçlü şekilde izah etmek için de kullanır insan evladı. Literatür bu türden anlatıma teşbih, mecaz,
Bu ikinci bölümde yine Paris Lüksemburg Bahçeleri’nde1 kitap okuyanların izini sürüyoruz. Mayıs ayı başında, bir öğle sonrasında. Baharın gelişiyle şenlenen park uzun bir kışın ardından güneşe koşan insanlarla dolu. Güneşin sıcaklığına, ışığına koşan yaşlısı, genci, aşıkları, yalnızlık düşkünleri bu parkta güneşin ışıklarında yıkanıyor ve kitapların ışığıyla. Lüksemburg parkının yıllardır süren bir geleneği var. Kendinize uygun, keyfinize göre bir bank ya da bir sandalyeb ulup kitap okumak. Paylaşılan toplumsal bir alışkanlık. Kuşaklar boyu süren vazgeçilmez bir gelenek. Ya siz nerede okumak istersiniz o içinde kaybolup başka diyarlara gideceğiniz sözleri, sözcükleri; romanları, öyküleri, şiirleri? Sahi, kitabınızı nerede okumak istersiniz? Birlikte gezinelim bu
Uzun zamandır özünde “fotoğraf” olan yazı klavyeden akmıyor. Ancak fotoğraf kullanarak fotoğrafın etrafında döndüğümüz yazılar sunmakla geçiştiriyoruz. Üzerinde düşününce kişisel olarak bunun nedenini – bize değer veren takipçilerimizle paylaşma sorumluğu ile- açıklama belki de iyi olacaktır. Bu neden, aralıksız “kitap okumak” diye tam da bu noktada kendimi rahatlatmak için ürettiğim bahane olarak ortaya çıkıyor. Böyle bir girişten sonra bu yazının içeriğinin anlaşıldığını umuyorum. Ancak buna rağmen okuyucu içerikte yer alan ifadelerden ve cümlelerden yola çıkarak yapacağı araştırmalarla bilgisin arttırarak yine yazıdan kendi gayreti ile elde edeceği birkaç başlık üzerinde bilincini farklı bir seviyeye çıkarması – küçük de olsa- ihtimal dahilinde.
Görsellerde yapay zekan kullanımının tartışmaya açılması büyük ölçüde 2023 yılı Sony World Photo Organisation – ki dünyanın en prestijli fotoğraf yarışmalarından biridir – yarışmasının sonuçlarının açıklanması ile ortaya çıktı. Alman yarışmacı Boris Eldagsen, Pseudomnesia (Elektrikçi) isimli çalışması ile Serbest (Open) Kreatif kategorisinde birinci olmuştu. Eldagsen bir açıklama yaparak ödülü reddetti. Bu açıklamada özetle; görseli yapay zeka ile oluşturduğunu ve yarışmayı test etmek ve fotoğrafçılığın geleceği hakkında bir tartışma yaratmak için kullandığını, görseli seçip bunu tarihi bir an haline getirdikleri için jüriye teşekkür ettiğini belirtirken organizasyon ve jüri içinde herhangi birinin çalışmanın yapay zeka olduğunu bilip bilmediğini veya bundan şüphelenip şüphelenmediğini
Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Özlem Dikeçligil https://www.instagram.com/ozlem_dikecligil/ tarafından yazının sonunda künyesi verilen kitapların esiniyle yazılmıştır. . . . . . . . . . . . . Dante Alighieri 1265 yılının Haziran ayında Floransa’da orta halli bir ailenin oğlu olarak doğar. Asıl adı Durante olmasına rağmen Dante adını benimser. Ona göre “Dante” adında “Durante” de olmayan lirik bir soyluluk vardır. Gene kendi ifadesine göre İkizler Burcu altında doğmuş, o güneşle ısınmıştır. Henüz 12 yaşındayken annesinin vasıtasıyla Gemma Donatti adında bir kızla aile arasında evlilik sözü kesilir. Dante, annesinin Gemma’ya verdiği bu sözü sekiz sene sonra gerçekleştirmesine rağmen bütün
Bölüm 02, Nepal, Katmandu 30Haziran 2024 – Pazar Uçak zamanında kalkıyor. Beş saate yakın uçuş olacak. Yapabilirsem biraz kestirmek istiyorum fakat Nepalli kalabalık kadın grubu bütün uçuş boyunca yüksek sesle konuşunca çok mümkün olmuyor. Uçak gecikme yaşamadan iniyor. Artık Katmandu’dayız. Kapıda vize olayı bu sefer kolay oluyor. Bir görevlinin yardımı ile kiosktan bilgilerimizi giriyor ve gişedeki memura da 30’ar dolar ödeyerek vize kâğıdımızı alıyoruz. Sorunsuzca bavullar da hallolunca, havaalanı dışına atıyoruz kendimizi. Saat, yerel saatle 02:25. Garip bir biçimde Türkiye ile saat farkı 2 saat 45 dakika. Dışarıda bu sefer otelin göndermiş olması gereken araba yok. Biraz bekleyip, etrafı arıyoruz,
Az gittik, uz gittik; edebiyatın karanlık tarihinden geçtik. Serindi ve Paris; sonsuz bir aydınlığı elimizin tersiyle ittik. Orada tüm çizgi dışı ve tuhaf insanlar birbirleriyle ahbap olmuşlardı. Sonra dünyanın tüm üçkağıtlarını düşünüp varoluşumuzu bir daha gözden geçirdik. Tuhaflıkların azizi Jean Genet, elinde tuttuğu bardaktaki şarabı yüzümüze çarptı; koca bir somun ekmeği kafamıza geçirip ardından da okkalı bir küfür savurdu. Sonra kutsanmış olduk ve kötülüklerle dolu dünyaya çırılçıplak bırakıldık. Annesinin terkedilmiş evlilik dışı çocuğu, on yaşında ilk hırsızlığını yaptığında, yazgısı, eline islahevinin krokisini anında tutuşturmuştu. Kimileri “Belle Epoque”unu sürerken -ki yıllardan 1926 idi- o, on altı yaşında hatırladığı ilk evinden kaçıp,
Paris Lüksemburg Bahçeleri’ndeyiz1. Mayıs ayı başında, bir öğle sonrasında. Baharın gelişiyle şenlenen park uzun bir kışın ardından güneşe koşan insanlarla dolu. Güneşin sıcaklığına, ışığına koşan yaşlısı, genci, aşıkları, yalnızlık düşkünleri bu parkta güneşin ışıklarında yıkanıyor ve kitapların ışığıyla. Lüksemburg Bahçeleri’nin yıllardır süren bir geleneği var. Kendinize uygun, keyfinize göre bir bank ya da bir sandalye bulup kitap okumak. Paylaşılan toplumsal bir alışkanlık. Kuşaklar boyu süren vazgeçilmez bir gelenek. Ya siz nerede okumak istersiniz o içinde kaybolup başka diyarlara gideceğiniz sözleri, sözcükleri; romanları, öyküleri, şiirleri? Sahi, kitabınızı nerede okumak istersiniz? Birlikte gezinelim bu parkta, bir mayıs günü öğle sonrasında, kitap okuyanların
Neden “KAPALI ÇAĞRI” İFSAK, kurulduğu günden beri üyelerine olduğu kadar, üyesi olmayan fotoğraf ve sinema severler için de projeler üretmeyi kendine bir görev bilmiştir. Bu amaçla da çalışmalarını sürdürmektedir. Projeler Birimi olarak üyelerimize özel bir şey yapmak istedik ve “KAPALI ÇAĞRI“ Projesini geliştirdik. Projemizin adının “KAPALI ÇAĞRI“ olmasının nedeni ise, sadece İFSAK üyelerine özel olmasıdır. 2023 yılında dört temadan oluşan KAPALI ÇAĞRI projemiz, 2024 yılında da yine dört temadan oluşuyor. Üyelerimiz isterse birine, isterlerse dördüne birden katılabilirler. Bu yılın üçüncü teması fotoğrafta etkili anlatım biçimlerinden biri olan “PORTRE“. Hedefimiz proje sonunda üyelerimizden gelen fotoğraflarla dijital bir dergi yapıp, bunu İFSAK
Genel olarak sanat dünyasına ve özelde fotoğraf dünyasına baktığımız zaman hem kitap, hem de dergi yayını bakımından sanat dalları içinde en fakirinin fotoğraf olduğunu görürüz. Yine başka bir açıdan baktığımızda, sanat dalları içinde en fazla ilgilenen kişi sayısının fotoğraf olması ise oldukça paradoksal bir ilişki olarak değerlendirilebilir. Fotoğraf dünyasına yeni katılanlar da, fotoğrafın sadece çekilerek yapılacağını zannederler. Oysa fotoğraf çekilerek değil, okunarak yapılır. Fotoğraf dernekleri de ne yazık ki çoğunlukla fotoğrafın sadece çekilerek yapılacağı düşüncesine uygun eğitim programları düzenlerler. Fotoğrafın okunarak yapılacağını anlatacak kesim akademik çevre olmasına rağmen, belki de akademinin dışında kalan çevrelerle çok ilgili olmadıkları veya iletişim içinde olmadıkları
Bölüm 01, Kuveyt 28 Haziran 2024 – Cuma Evet, yeni bir yolculuk, yeni bir hikâye başlıyor bizim için. Bu hikâye evden Kadıköy’e otobüs, oradan da Sabiha Gökçen metrosu ile start alıyor. Bu sefer gezimiz dört ayaklı. Gerçi asıl iki ayak ama aktarmalarda uğrayacağımız Kuveyt ve Umman’da acaba ne var diye birer gece kalıp dolaşacağız. Asıl hedef Nepal, Katmandu ve Hindistan, Mumbai. İlk durak Kuveyt. Ekip aynı. Ayçin, Gülten, Hamit, Uras ve ben. Uçak 22:25’te. Biraz erken gelip, havalimanında tüm noktalardan problemsiz geçiyoruz. İçimizde buruk bir sevinç var bu kez. Yurtdışı çıkış haracını 150 TL den aldık. Bir süredir medyada 1500
Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Ahu İncekaralar https://www.instagram.com/ahuincekaralar/ tarafından shutterstock.com https://www.shutterstock.com/blog/history-of-feminism-photos adresinden Türkçeleştirilmiştir. . . . . . . . . . . . . Fotoğraflarla Bir Tarih Feministler yaklaşık 200 yıldır cinsiyetlerin eşitliği için mücadele ediyorlar. Fotoğraflarla harekete göz atalım. Feminizm kendini farklı dalgalarla tanımlayan az sayıdaki politik hareketten biridir. İlk dalga, 20.yüzyılın başlarında kadınların oy kullanma hakları için mücadele edilmesini kapsar. İkinci dalga, büyük ölçüde eşitlik ve üreme (kürtaj) hakları için mücadeleye odaklanmıştır. Üçüncü dalga, kesişimselliği, seks pozitifliğini ve daha fazla kavramı kucaklamaya başlamıştır. Hâlâ devam eden, #metoove kadın yürüyüşünü de kapsayan dalga, dördüncü dalgadır. Her
Sekiz yaşına yeni basan alabuluz traşlı çocuk yolda eline aldığı mısır sapını değnek gibi kullanarak kahveye kadar hiç durmadan hızlı adımlarla yürüdü. Kahvenin mavi boyalı altı pencereli ahşap kapısının mermer eşiğinde soluklanırken mısır sapını bacaklarının arasında yerleştirdi, ellerini cebine soktu, çekirdek kalmış mı diye kontrol etti. Bu sırada bir kahvenin içindeki ayaktaki kalabalığa bir dışarıdaki kadınlara kulak kabartırken pantolonun ceplerini ters yüz edip hiç çekirdek kalmayışına iç çekerek bacağına batıp duran çekirdek kabuklarını elinin tersiyle üç kere silkeledi. Yaslandığı kapının gıcırtıyla salınan açık sol kanadının hemen yanındaki saatli maarif takvimi 3 Mart 1989’u gösteriyordu. Çocuk tren raylarını takip ederek yürürdü.
Fotoğrafçılık ile Kaosa Meydan Okumak Hayatta hobilerin olması şart, özellikle de İstanbul’da yaşıyorsan! Hani şu büyükşehir, adı var ama huzuru yok. Sürekli bir koşuşturma, bitmeyen bir trafik ve arka planda yükselen korna senfonileri… Eğer hala bir hobin yoksa, büyük geçmiş olsun! Çünkü bu şehrin kaosunda kaybolmamak için bir tutkunun peşinden koşmak şart. Neyse ki ben, kaosla baş etme stratejimi yıllar önce buldum: Fotoğrafçılık! Çocukluk yıllarımı hatırlıyorum da, elimde annemin eski filmli fotoğraf makinesiyle evin içinde oradan oraya koşturur dururdum. Tabii, o zamanlar dijital teknoloji yok, filmli makinelerle çektiğin fotoğrafları görmen için bir dua etmen gerekiyordu. “Acaba pozlar güzel çıktı mı?”