Haberler
Bilim & Teknoloji
Yaşam
Kültür & Sanat
Haberler
Bilim & Teknoloji
Kültür & Sanat
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Sanat Tarihi okumaktayım. İki yıldır fotoğraf denemeleri yapıyorum. Fotoğraf makinam ile büyük bir enginliğe, bir tür sessizliğe ve mutlak zamana ulaştığımı hissediyorum. Açıklaması olanaksız bir doygunluk içinde yaşanıyor bu anlar ve bu anlardan geriye bu yoldaki uğraşılarımı sürdürme arzusu kalıyor. Kütüphaneler, esinlenme yeri benim için, derin düşüncelere dalmakla geçen bu saatleri seviyorum. Edebiyat, şiir hayatımın dokusunu oluşturuyor, benliğimi onlarla dolduruyorum diyebilirim. Üstelik onlarla kurduğum uzun bir tanışıklıktır bu. Fotoğraflarım aracılığı ile; Lewis Carroll’ın Aynanın İçinden’ de sözünü ettiği gibi! “Kaybolmuş görkemler cennetine eriştiğinde. Bir bakışın duruluğunu, bir yanağın belli belirsiz ayva tüyünü, dudakların hem ciddiyetinde
Marcus Aurelius’un “Kendime Düşünceler’’ kitabından bir cümle uzun zamandır kafamı meşgul ediyor. Stoacı felsefe acı çekmenin insanın yaratıcı gücünü geliştirdiğini söyler. Yaratmak dediğimiz şeyin duygularla çok ilgisi olduğu kesin. Yaratmak çok acı çekmektir ve aynı zamanda yaratmak çok haz duymaktır. İnsanın yaratım sürecinde Aristoteles, Metafizik ‘inde (Metaph VI. 1025 b) insanda üç temel faaliyet bulur. Birincisi “bilme” ikincisi, eyleme geçme’’, üçüncüsü “yaratma” etkinliğidir. Bu iki paragraftan yola çıkarak “acı’’nın sanatta olan bağına bakalım istedim. Çünkü sanat bazen sadece ifade değil bir çağın tanıklığıdır. Dünyada yaşanan savaşlar, felaketler ve haksızlıklar için yapılan isyanlar gelecek nesillerin hafızası olmuş. Asırlardır, insanlar acılarını ağıtlarla,
Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Özlem Dikeçligil https://www.instagram.com/ozlem_dikecligil/ tarafından yayına hazırlanmıştır. . . . . . . . . . . . . *Dikkat spoiler içerir. Tolstoy, Anna Karenina’nın açılışını “Öç benimdir, karşılığını ben vereceğim” 1 epigrafıyla yapar. Romana girişi de hepimizin bildiği gibi “Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir” cümlesiyledir. “Mutluluk” ve “öç” kelimelerinin peş peşe olması romanın sonunda neyle karşılaşacağımıza dair çok ince bir atıftır. Daha önce Tolstoy’u hiç duymamış, Anna Karenina diye bir romanın varlığından hiç haberdar olmamış birisi bile (eğer öyle biri varsa) bu epigrafı okuduğunda romanın çekirdeğinde parlayan
Ya da Aktivist Fotoğrafçı Kimdir? Aktivizm, bir toplumda ya da dünyada var olan sosyal, politik, çevresel veya ekonomik sorunları ele almak ve bunları çözmek için bireylerin ya da grupların yaptığı organize bir çabadır. Aktivistler, statükoyu değiştirmek, eşitsizlikleri ortadan kaldırmak, adaleti sağlamak ya da çevreyi korumak için harekete geçerler. Aktivizm barışçıl protestolar, sivil itaatsizlik, sanat, eğitim, sosyal medya kampanyaları ve lobicilik gibi yöntemlerle yapılabilir. Fotoğrafçılar da görsel bir dili seçerek fotoğraf aktivisti olabilirler. Aktivizmin Türleri: 1. Sosyal Aktivizm: Irkçılık, toplumsal cinsiyet eşitliği, LGBTQ+ hakları gibi konularla ilgilenir. Hükümet politikalarının değişmesi ya da insan hakları ihlallerine son verilmesi için çalışır. Örneğin, Rosa
Brady Corbet’in yönettiği, senaryosunu Mona Fastvold ile kaleme aldığı The Brutalist (2024) filminde Adrien Brody, II. Dünya Savaşı sonrası Holokost’tan kurtularak Amerika’ya göç eden Macar mimar László Tóth adlı hayali bir mimar karakteri canlandırmış. Film László Tóth’un öyküsü üzerinden mimari tasarım kavramlarını tartışmaya açan tarihsel dram türünde. Filmde Bauhaus ve Brütalizm’den ilham alan mimari bir tasarım dili kullanılmış. Bu vesileyle sinema ile mimarlık arasındaki kesişim noktasında duran bu yapım üzerinden bahsi geçen mimari konuları ele almak istedim. Yüksek lisans tezimde, Yeni-Brütalizm konusunu yalnızca yapılı çevrede değil; sinema, sergi tasarımı ve diğer görsel anlatım biçimlerinde de nasıl temsil edildiğini incelemiştim. Bu
Aniden Filmi Üzerine Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan https://www.instagram.com/berna_kuleli1 Berna Kuleli tarafından hazırlanmıştır. . . . . . . . . . . . . Yazımı yazmak için masaya oturduğumda, İstanbul’da bahar güneşi yüzünü göstermeye başlamıştı. Gene de evde kaloriferler yanıyordu ve ben pencereyi açmak zorunda kaldım. Sürmekte olan bir yıkımın ve diğer inşaatların sesleri odayı doldurdu. Tam da o sırada Feride Çiçekoğlu’nun değişen İstanbul’da eşikte olma halini ve isyanımızı da anlattığı kitaplarını okuyordum. Bu kitaplardan özellikle bahsetmek istiyorum. Feride Çiçekoğlu’nun sinemamızdan filmleri yabancı sinemacıların filmleriyle karşılaştırırken, bir yandan da kendi hayatından anılarla anlatımını zenginleştirdiği kitapları Vesikalı Şehir’le
Oğuzhan Kaya’nın deneysel kısa filmi Fotokopi Günlükleri, bir beyaz yakalının tekdüze ve döngüsel yaşamını yalnızca bir fotokopi makinesinin tarayıcı yüzeyi aracılığıyla kurarak anlatıyor. Görüntü yerine siyah-beyaz kopyaların kullanıldığı bu kısa filmde, tekrar eden eylemler ve makinenin ritmik sesi; sistematik modern hayatın hem görsel hem işitsel bir izdüşümüne dönüşüyor. Geçtiğimiz aylarda 45. İFSAK Ulusal Kısa Film ve Belgesel Yarışması’nda deneysel dalda birincilik kazanan yönetmen Oğuzhan Kaya ile bu özgün üretim sürecini konuştuk. Fotokopi Günlükleri fikri nasıl ortaya çıktı? Aslında fikir, kurum içi kullanılan “fotokopi kayıtları (günlükleri) / photocopy logs” kavramına duyduğum ilgiyle gelişti. Şirketlerde hangi çalışanın ne kadar fotokopi çektiği, ne
45. İFSAK Ulusal Kısa Film ve Belgesel Yarışması Canlandırma Dalı’nda birincilik kazanan Rezzan, izleyiciyi sade ama etkileyici bir anlatımla yaşlı bir kadının hayatına ortak ediyor. Hikâye ile animasyonun görsel dili arasında kurduğu dengeli ve güçlü ifade, filmi özel kılan en önemli unsurlardan biri. Festival sonrasında İFSAK Sinema Birimi’nden Ayten Ünal ve Işıl Yaman, filmin yönetmeni akademisyen Dr. Öğr. Üyesi Özlem Baykuş Paçacıoğlu ile bir araya gelerek Rezzan’ın ortaya çıkış hikâyesini, filmin yaratım sürecini ve ilham kaynaklarını konuştu. Röportaj tarihi: 30 Mayıs 2025 Yer: Nazım Hikmet Kültür Merkezi-Kadıköy Katkıda bulunan: Ayten Ünal Filmde yalnızca Rezzan’ın değil, dünyada birçok kadının maruz kaldığı
Turkuaz denizin, beyaz kumun, baharat bahçelerinin diyarı Zanzibar, Afrika kıtasının doğusunda Tanzanya ülke sınırları içerisinde özerk iki adadan oluşan bir bölgedir. İsmi Farsça’da “Zangi bar” yani “Zenci Sahili”nden türemiştir. Umman Krallığı ve Birleşik Krallık’tan sonra 1964’te Tanzanya devletinin, Tanganika ile birlikte bir parçası olmuştur. Nitekim Tanzanya isminin Tan kısmı Tanganika’dan, Zan kısmı da Zanzibar’dan oluşur. Kendi bayrağında da Tanzanya bayrağının renklerini farklı biçimde kullanmıştır. Dilleri Svahili’dir. Tanzanya halkının üçte ikisi Hristiyan, üçte biri Müslüman ve Animist iken, Zanzibar halkının tamamına yakını Müslümandır ve İslami kuralları uyguladıkları bir yaşam tarzları vardır. Giyim konusunda turistlere yönelik bir uygulama olmasa da, başkent Stone
Bölüm 13, Bolivya, Sucre Sucre, 14Temmuz 2017 Sucre, Bolivya’nın idari başkenti. Ritüel yine aynı. Meydanları ve sokakları gezmek üzere erken kalktık.Halk pazarını dolaştık. Bolivya’dan son alışverişlerimizi yapıyoruz. Bol fotoğraf çekiyoruz tabi. Bu arada denemek için aldığımız, genelde erkeklerin çiğnediği ama bizim hiç hoşumuza gitmeyen, beğenmediğimiz Coco yapraklarını sokakta birine veriyoruz. Bu yaprağı zamanında sömürgeciler Potosi ’deki madenlerde yerlilere veriyorlarmış. Beyni uyuşturuyor ama çalışmak için uyanık tutuyormuş. Hala bol miktarda tüketiliyor. Hatta buraya gelirken şoför bir paket aldı yanına, Sucre ’ye geldiğinde yarılamıştı. Muhtemelen uyanık kalmak için çiğnemiş bütün gece.
Bölüm 14, Arjantin, Buenos Aires 1 Buenos Aires, 15Temmuz 2017 – Cumartesi Evet, saat 6:00 gibi tangonun başşehri Buenos Aires’teyiz. Ama hava buz gibi. Hayallerimizdeki sıcacık Arjantin’le epey tezat. Havaalanından (Polis, gümrük) kolayca çıkıyoruz. Taksi ile 8:30 gibi oteldeyiz. Otel resepsiyon görevlisi 11:30 gibi check-in yapabileceğini söylüyor, sonradan halimize acıyor sanırım, 9 da alabilirim diyerek bizi rahatlatıyor. Resepsiyondaki kahve makinasından aldığımız kahveler ile yarım saat bekleyerek odalarımıza çıkıyoruz.İki saat uyku, 11:30’da aşağıda buluşup dışarı atıyoruz kendimizi. Önce otelin hemen hemen üzerinde olduğu, dünyanın en geniş caddesi olan Avenida 9 de Julio‘ya çıkıyoruz. Plaza de la Republica’daki abideyi görüyoruz. Ardından trafiğe
Bölüm 01, Urgenç, Nukus, Özbekistan 03Temmuz 2023 – Pazartesi Sonunda, pandemiden sonra ilk yurtdışı tatiline çıkıyorum. Geçen sene eşim Gülten Güney Afrika turu yapmıştı fakat ben bazı durumlardan dolayı gidememiştim. Şimdi şeytanın bacağını kırıyorum. Uçağımız 01:15 ‘te İstanbul Havaalanından direk Urgenç’e uçacak. Havaalanı İstanbul’a, özelikle de Anadolu yakasına epey uzak. Ulaşmak için Kadıköy’den 21:30’da Havaist’e biniyoruz. Hem Pazar günü hem de bayram olmasından dolayı yollar boş. Bir saatte varıyoruz. Ulaşım ücreti her şey gibi epey artmış. 124 TL/Kişi. Kısa bir süre önce bu paraya Çanakkale’ye otobüsle gidiyordum. Neyse, havaalanında 150 TL olan harcımızı da ödeyerek Check-In’imizi yaptırıyoruz. (Harç için artık
İnsanın sembolik bir evrende yaşadığı bir gerçek. Sembolizm adı 1886 yılında Jean Moreas tarafından akımın bildirisinin yazılmasıyla somut gerçeklik kazanmıştır. Simgecilik olarak da adlandırılan sembolizm, hem gerçeği gösteren hem de onun sınırlarını aşma isteğine cevap veren bir sanat akımıdır. XIX. yüzyıl sonu ile XX. yüzyıl başı döneminin gerçek şair ve sanatçılarında görülen yaratıcı imgeleriyle besledikleri belli bir çerçevede kişisel ve başkalarına devredilemez derinliğe Sembolizm adı verilmişti. İmgelem deyimiyle sembolizm hep karıştırılır. İmge kavramı bütün gücünü düş deyiminin özgürce simgelediği şeylerle uyum halinde olmasından (örtüşmesinden) almaktadır. Sembolizmde, onun anlayış ve estetiğinde, imgelemin bu ağır basan belirgin niteliğinin özellikle bilinçli ve ısrarlı
Müzik, kültürlerin sessel yansıması ve tınısal ifadesidir. Ve elbette, yaşanan toprakların ürünüdür. Farklı coğrafyalarda farklı kültürler oluşur ve gelişir. Uzun vadede evrenselleşme rolü içinde bütünleşecek olan kültürler, ilk adımlarında sesi, sözü, müziği ve enstrümanı ile yereldir. Hatta anlatım biçimi ve malzemeleri de yereldir. Ancak daha sonradan farklı yerellerden yola çıkan enstrümanlar ve ses aracılığıyla evrenselliğe taşınır. Bu evrensellik hali müziğin insanlığın ortak dili ve mirası olduğu görüşünü günümüze kadar getirmiştir. Science dergisinde 2019’de yayınlanan “İnsan Şarkısında Evrensellik ve Çeşitlilik” başlıklı makalede (…) “Müzik aslında evrenseldir” sonucuna varılmıştır. Bu sonuç, biri 86 toplumdan alınan kayıtlardan, diğeri etnografların dünya çapında 60 toplumdan
Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Suzan Bayazıt https://www.instagram.com/suzanbayazit/tarafından hazırlanmıştır. . . . . . . . . . . . . “Bu anonim fotoğraf yaklaşık 100 yıl öncesine ait ve isimleri belirlenemeyen kadın heykeltıraşlar ve ressamlar yer alıyor. Sanat tarihinde kadınlar çoğu zaman görünmez kılındı; eserleri ve emekleri yeterince belgelenmedi. Belki de bu karede, bugün isimlerini bilemediğimiz ama iz bırakmış kadın sanatçılar var. Onları hayal etmek ve görünmezliklerine dikkat çekmek, 8 Mart’ın ruhuna uygun bir hatırlatma: Kadınlar hep vardı, hep üretti, ancak her zaman görünür olamadılar.” Kadın ve heykel denildiğinde, en eski örnek olarak aklımıza Neolitik Dönem’den Çatalhöyük’te
Bu öykü, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan https://www.instagram.com/sema.vurucu Sema Kahraman Vurucu tarafından yazılmıştır. . . . . . . . . . . . . “Bu hikâyeyi yazarsanız bir gün, benden bahsetmeyin. Sadece kuşu anlatın. Çünkü kuş her şeyi gördü.” Hayatımızı altüst eden depremden on beş yıl sonra onu göreceğimi bilmeden çıktığım bir yolculuğun sonunda gün ağarmadan tren garındayım. Eskişehir henüz güne uyanmamış. Tek tük öğrenciler geziniyor sokaklarda. İçime işleyen ayazdan bir an önce kurtulmak için adımlarımı hızlandırıyorum. İsmet İnönü caddesinde sabah serinliğinde açılan kitabevinin camına güneş vuruyor. Bu ikinci gelişim kitabevine. Sırt çantamı koltuğa bırakıp sıcak bir çayla ısınıyorum.
Biz özgür doğmayız aslında. Biz hayatımız boyunca karşı çıktığımız, yaptığımız seçimlerle birlikte kendi özgürlüğümüzü elde ederiz. Kimseyi etkileme ihtiyacın kalmadığında, sen ve fotoğrafların özgür olacak Kimseyi etkileme ihtiyacın kalmadığında, sen ve fotoğrafların özgür olacak ve sadece kendi iç yolculuğun için o düğmeye basacaksın. Sosyal medya hesabımda paylaşınca bir merak ve tartışma ortamı yaratan bu sözümün altında yatan temel düşünceleri açıklama ihtiyacı duydum. Bu yazıyı, ülkemizde, fotoğraf tarihinde kendisi olabilmeyi başarmış fotoğrafçılarımıza ve Şahin Kaygun’a adıyorum. İnsan, var olduğunu hissetmek adına üretmek ister. İster sanat eserleri yaratarak, ister topluma fayda sağlayacak bir sorunu çözerek ve ister üreterek bir fark yarattığını hissetmek