Haberler
Bilim & Teknoloji
Yaşam
Kültür & Sanat
Haberler
Bilim & Teknoloji
Kültür & Sanat
Rıfat, ceplerini karıştırıyor. Çakmağı bulmakta güçlük çekiyor. Haydi ama Rıfatcığım, zaten vaktimiz az! Acele edince elim ayağım birbirine dolanıyor, Şifa. Canım, ayağınla ilgili bir durum yok ki! Hem cebinde başka ne var ki bu kadar karışıklık yaratacak? Delik cebe, tırtıklı tarafından takılan çakmağı yakalıyor. Aceleyle dışarı çekiyor. Çakmakla beraber dışarı taşan cepten birkaç çekirdek kabuğu …
Ben FeKa. Bekliyorum. Yağmur. Kirli, sisli hava. Cebimde tartışılamaz bir bıçak var. Damağımda sinsi bir tat. Vakit akşam. Ezan okunuyor. Belediye otobüslerinde maskeli insanlar. Okul kusmuş, her taraf ergen. Şemsiyemin altında güvendeyim. Frekansı bozuk bu şehrin. Cızırtılı bir yalnızlık! Cebimde bir bıçak. Keser. Deler. Sövüyorum. Sisli hava. Kirli de. Yağmur da var. Bekliyorum. Ben FeKa! …
“Sevmeden, istemeden yaptığın iş seni bir ömür mutsuz eder,” derdi Mesut. Baro odasında oturmuş CMK dosyasını incelerken 6 ay boyunca bana anlattıklarını düşünüyorum. Ne çok uğraştı iyi bir avukat olmam için. Çabası beyhudeydi, bilmiyordu. Ya da biliyordu ama çabalamayı seviyordu. Özenirdim ona yalan yok. Bir işi bu denli aşkla yapabiliyor olmak hayal gibiydi benim için. …
Babam öldüğünde annemin karnında altı aylıkmışım. Rahmetli annem bir ilkokulda hizmetliyken emekli oldu. Annemin çalıştığı okulun müdürünün önayak olması neticesinde Balıkesir Ebe Okulu’ndan 1946 yılında ebe olarak mezun oldum. Mezuniyetimden sonra kışa doğru kendi ilçemize yakın bir yere, köyler grubu ebesi olarak ilk tayinim çıktı. 8-10 köyün ebeliğini yapacaktım. Ebeliğin yanında bir sağlıkçının yapması gereken …
Sabahlar, ruhunda kara bir yarık açardı. Gözlerini araladığı an, tavanın köşelerinde kıvranan hayali çatlaklar görürdü; onlar mı ona bakıyordu, yoksa o mu onlara? O gün, birden bir gülme isteğiyle doldu içi. Kahkahaları boğazında düğümlendi, acı bir hırıltıya dönüştü. İnsan ne kadar küçülebilirdi? Kendi içine sığamayacak kadar mı? Kendi kabuğunda sıkışan bir yaratık… Belki de ateş, …
Deniz kabardıkça teknenin burnu havalanıyor. Aklıma çocukluk hayalimi getiriyor. Küçükken köyü çevreleyen yamaçlara sırtımı yaslardım. Ayaklarımı yerden kesecek bir işi düşlerdim. Gökyüzünü izlerdim. Keskin çığlıklarla sert manevralar yapan kara kartal favorimdi. Kanatlarını öyle bir açardı ki tüm vadi onun sanırdınız. Gücünü gökten alırdı. İstediği her şeyi yapabilmeye muktedirdi. Süzülerek uçan leylekler, açgözlü martılar, minik serçeler… …
Leyla bir sabah bunaltıcı düşlerinden uyandığında odasına bakan holde bir hamam böceği gördü. Elbette böcekleri kimse sevmez. Ama Leyla daha fazla sevmez; tansiyonu düşer, olduğu yere çakılır, boğazından hırıltıya benzer sesler çıkarır. Yatakta doğrulan ama hareket edemeyen Leyla terliğine davrandı, böceğe yaklaştı. Böcek sakin ama tereddütlü ilerliyordu. İşte diye düşündü, bu eski binaya geldiğimden beri …
Ne güzel sessiz sedasız yol alıyor, sağ sol demeden canımın istediği gibi yayılıyordum. Bana kalsa bir süre daha öyle devam ederdim de fark etti kerata. Az uyanık değilmiş meğer. Bu kadar yakınlarına gelip dal budak saldığımı öğrendiklerinde genelde ayılırlar, bayılırlar, ağlayıp kendilerini paralarlar. “Neden ben?” diye derin sorgulamalara girişirler, bu sorunun cevabını pek veremezler ama …
Pazardan eve doğru hızlıca, neredeyse koşar adımlarla yürüyordum. Gün alacakaranlığa dönmüştü. Önüme çıkan her taşa ayağım takılıyor, kayalara çarpıyordum. Her taş günlerce bir yumruk gibi içime oturuyor öylece kalıyordu orada. Taşları çıkarmak için her uğraşım nafileydi. Ellerim yara bere içinde kalıyor, taşlar ellerimi kanatıyordu. Bilmiyordum ki bu taşlar yürüdüğüm yolda aşamayacağım, beraber yürümeyi öğrenmem gereken …
Bir. Biraz saf bir yüzü var sanki. İçilen bira sayısından daha gerideyse göz göze gelmelerimiz, kendimi olmayan şeylere inandırıyorumdur. “Çok düşünüyorsun,” diyor yanımda oturan genç adam. “Çok düşünüyor, bu yüzden de hiç hareket edemiyorsun.” “Evet,” diyorum. Düşünmekten çişe bile gidemiyorum bütün akşamdır. Birilerinden kaçmanın en kolay yolu onlara alaycı davranmaktır. Şüphesiz güleç bir yüzle söylenen …
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular… A.İLHAN Bu sabah uyandığımda başka bir zihin, başka bir kalp, başka duygu… Başka olan her şeye uyandığımı içten içe fark ediyordum. Nasıl oluyorsa hep olduğu gibi değildi bu sabah. Ne suyun kaynayışı, ne havanın aydınlığı, ne evin eşyaları… Öyle ki havanın nemli soğuğunu içime çekerken de başkaydı. Az sonra günü …
Sen nasılsın bugün Yafa? Benim hiç keyfim yok. Okuldan erkenden çıktık bugün. Artık ders de işleyemiyoruz. Biliyorum beni duyuyorsun, hatta anlıyorsun değil mi? Keşke cevap da verebilseydin bana. Rahmetli babaannemin ruhu içime kaçmış olabilir mi? Kendimi onun kadar yaşlı ve onun kadar huysuz hissediyorum. İyi ki senin kadar uzun yaşamayacağım Yafa, yoksa dayanamazdım bu dünyaya. …
Birkaç haftalığına geldiği köy evinde iki aydır kalıyordu. Salgın hastalık haberleri, gittikçe korkunç bir hal almaya başlamıştı. Sabahları erkenden kalkıyor tavukları yemliyor, sahipsiz köpekleri yediriyor, bacağına dolanan yarı yabani yarı evcil kedilere mamalarını verip yatağına tekrar dönerek öğlene kadar uyuyordu. Hemen her gün bu böyle sürüp gidiyordu. Şehrin kalabalığı, otobüsler, yürüyen merdivenler, açılıp kapanan kapılar, …
Geceyi kucaklayan bir yalnızlık içinde rüzgârın ince ince uğuldamasıyla uyanmıştım. Kapalı pencerenin ardında ayın ışığı karanlık odanın köşelerinde uğursuzca titriyor, her bir gölge sanki canlanmaya niyetleniyordu. Zihnim bulanık, ruhum huzursuzdu. Geçen hafta aldığım eski aynanın etrafında bir şeyler vardı. Bir şeyin varlığı, fark edilemeyecek kadar ince fakat derinden hissedilen. O gün, çürümüş duvarların arasındaki o …
Doktor “Ne yazık ki terminal dönem başlamış,” dedi Cafer’e. Cafer’in bildiği tek terminal, şehirlerarası otobüs terminaliydi. Kanser illetinin ileriki evrelerine terminal dönem dendiği bilgisini o anda öğrenmişti. Ayten’in yaşamsal fonksiyonlarının sonlanmaya yakın olduğu dönemi tanımlamak için doktor böyle söylemişti. Cafer, çaresizlik hissi ve duygu karmaşasından dolayı ne yapacağını, hayat arkadaşı Ayten’inin son aylarında ona nasıl …
Aşina bir yürüyüşün eminliğiyle yola revan oldu. Bıçak gibi keskin sonbahar ayazı yüzünde derin kesikler açarken, puslu karanlığı kısık gözlerini perdeleyen uzun kirpikleri kederle inliyordu. Sadece gözlerini açıkta bırakacak şekilde eski ve çok da temiz olmayan bir eşarpla kamufle etti yüzünü. Şehrin kirini pisini sırtlandığı saatler giderek azalıyordu. Şehrin çöpü mü azalmıştı? Hayır! Kendi mi …
Gözleri griydi, yüzü yaralı. Ruhunun derinliklerinde, geçmiş anıların derin izleri ve doğanın ona bahşettiği kadim bilgelik vardı. Bakışları sanki gizli bir gerçeği saklıyor gibiydi; her bir av, her bir düşman, her bir kayıp ve zafer birer parıltı olarak bakışlarında beliriyordu. Kürkü gümüşe banılmış koyu toprak rengindeydi; tüyleri zamana yenik düşmüş, hırpalanmış ve yer yer dökülmüş …
Biliyorum, şimdi okuyacaklarınıza siz de inanmayacaksınız sevgili okuyucular. Çünkü bugüne kadar kimse inanmadı. Ama ben anlatmaktan vazgeçmedim ve vazgeçmeyeceğim. Bu deneyimi benden başkaları da yaşamış olmalı, yoksa deli damgası yiyeceğim. Damga umurumda değil de ya ben de inanırsam deli olduğuma? 5 Nisan Salı günü, her zamanki gibi saat dokuz civarında uyandım. Gece geç yatmış, yazmaya …
Ticaretle uğraşıyordum. İşim iyiydi. Evliydim, biri kız ikisi erkek üç çocuğum vardı. Bir gün komşumuz olan emekli bir doktorun tavsiyesi ile başvurduğum hastanede kanser olduğumu öğrendim. Doktor komşumuz hastalığımı anlamış ama bana söylemeye çekinmiş. Uzunca tedavi dönemim başladı. Kemoterapiler birbirini izledi. İşlerimi çocuklarıma devredip sakin bir yaşam için her şeyden elimi çektim. Eşim de tedavi …
Dalgın mavilerin arasında yürüyordu, ayağı bir sertlikle buluşana dek. Eğilip baktı, şaşkınca fısıldadı: “Bu da ne?” Küçük bir deniz kabuğu, yuvasından kopmuş, rüzgârların oyunuyla savrulmuştu. Eline aldı, kulağına yaklaştırdı. İçindeki uğultu, göğsünde kabaran dalgalara karışmıştı. Olduğu yere çöktü. Uzaklardan bir ses yankılandı, ürpertiyle çoğaldı derinlerinde. Gözlerini kapadığında, binlerce kar tanesi arasındaydı. On yaşındaydı, bir trenin …
Onlarca kişi, sahildeki bir villada sıkışıp kalmıştık. Radyo ise sadece kumsalda çekiyordu. Bu yüzden sırayla radyonun başında nöbet tutup bir haber bekliyorduk. Günlerdir cızırtıdan başka bir ses duymamıştık. Nöbet sırası bendeydi ve açıkçası hiç umudum yoktu. Canavarlar eninde sonunda buraya da ulaşacaktı. Pil bitiyordu, cızırtı azalıyordu. “Son gemi…. Yarın… Öğle… Rıhtım…” Ve radyo sustu. Kulaklarıma …
Kara dumanlarıyla bir vapur geçti önümden. Yamacında görünen kayıklar kıyıdan açıklara doğru serpiştirilmiş gibiydi. Aralarında başıboş tahta parçaları yüzüyordu. Martıların acı sesleri doklardan yükselen köpüklü suların yosun kokusuyla birleşiyor, genzimi yakıyordu. Kimi balıkçılar küreklerine asılmış, kimi ayakta dikiliyordu; kimi ikişerli oturmuş karşılıklı sohbet ediyordu. O an denizde olmaktan, ağlarına takılacak balıkları hesaplamaktan başka dertleri yoktu. …
Boyunca yeşil otların arasına uzanmış, görünmüyor. Bir kuş kondu ayakucuna. Yırtık çoraptan çıkmış başparmağını gagalıyor. Sanki bir gülümseme alacak gibi dudaklarını ısırıyor. Günahkâr o. Burada böyle yatacak; yemeyecek, içmeyecek, gülmeyecek, uyumayacak, yaşamayacak. Kefaretini ödeyince yüce Tanrı, “Vaktin geldi, ödedin bütün günahlarının bedelini, haydi!” diyene kadar. O uzanıyor, kimse görmüyor. Ama geceleri, geceleri durmuyor; kalbindeki isyan …
“Ben kalkayım artık Ayten Abla evde işler beni bekliyor.” “Bekler canım bekler, sen olmasan nice olur o evin hali de mi ya?” Mütebessüm bir mahcubiyetle yüzümü eğdim. İltifatla gerçeklerin yüzüme nazikçe vurulma hissi arasında bocalarken Ayten Abla niyetini açık ediverdi: “Kız ne diye evtikleniyon, otur az daha, kahveni bitir de git. Milletin keyfi keyif de …
Ali, küçük dükkânın tozlu raflarına gözlerini dikmişti. Hava dışarıda sıcaktı, boğucu bir ağırlık çöküyordu insanın üzerine. İçerisi ise serin ama boğuk bir loşluktaydı. Eski ahşap raflar, yılların biriktirdiği küçük izlerle doluydu. Her rafa yerleştirilmiş beyaz kutular; kimi kenarları yıpranmış, kimiyse hiç açılmamış gibiydi. Hepsinin üzerinde küçük harflerle yazılmış tıbbi terimler vardı. “Parasetamol”, “Antibiyotik”, “Antihistaminik”… Her …
İşten çık. Markete uğra. Fırında, sıcak pide sırasına gir. Dumanı üstünde tüten yedi tane Siverek tırnaklı pide ekmeğini al. Evden içeri girer girmez nar gibi kızarmış odun sobasının yanına kurulmuş minderde otur. Kemikleri eriten sıcaklıkta buzdan bedenini ısıt. Ardından herkesle birlikte büyük odaya kurulmuş yer sofrasına otur… Muhsin’in bu klasikleşen akşamüstleri keyfini bozan bir durum …
Saydım, tam otuz yedi gün kimsecikler uğramadı bana. İstasyon amiri bile ancak üç gün önce gelebildi. Beklenmeyen bir kar fırtınasının hayatı böylesine durdurabileceğini, yalnızlığın ötesinde ıssızlık olduğunu bilmezdim. Benim gibi Antepliler de unutmayacak 1968 kışını. Kar mantosunu bu kadar uzun süre giymeye, hele onun altında ezilmeye alışık değillerdi. Şimdi salonumda, bana verdiği mutluluktan habersiz bir …
Tepesinde; her gelene selam veren yapayalnız bir meşe ağacının bulunduğu, acımasız gri kayalıklı dağların yılan gibi kıvrılan yollarından, etrafını izleyerek Gültepe, eski adıyla Keltepe, köyüne doğru ilerliyordu. “Köyün adını neden değiştirmişler ki?” diye düşündü. Köyü çevreleyen tüm dağlar, tepeler, hatta tarlalar içindeki özle sadece bir ağacı hayatta tutabiliyor; onun dışında gri kayalıklar taşlardan, tarlalar ise …
Ağzında votka tadı. Tatsızlığı. Sek. Soğuk bir havada kırmızı atkılı anneni izliyorsun. Annen gözlerinin önünde doğuyor. Sert, zorlu bir doğum. Votka gibi geçiyor boğazından. Soğuğu parçalayan. Yakıcı. Annen doğar doğmaz sert ve nasırlı eller yaratıyor kendine. Gökyüzünden sana selam veriyor. Daha genç yaşında. Ölmemiş. Masalın ortasından bir kızak geçiyor. İzliyorsun çocuk gözlerinle. Dimitri’nin değil de …
I. Şarabın ağzında bıraktığı kekremsi tat ve başına eklenmiş koca bir baş ile kan uykusundan zar zor uyandı. Kapıyı alacaklı çalıyordu sanki, alacaklıydı sahi, bugün ödeme günüydü. “Bay Kovačević, içeride olduğunuzu biliyorum.” Açmakla açmamak arasında tereddüt etti. Daha ne kadar kaçabilirdi ki? “Geldim, geldim!” Anahtarı çevirip geriye çekilmesiyle İman’ın hışımla içeriye girmesi bir oldu. “Üç …
“Allah ayak, Demir dayak ver; Saladan ses dur, Allah’tan destur! Şimdi çocuğun iki ayağına da şu elimdeki ipi bağlayacaksın. Yürüttüreceksin oğlanı kapı eşiğinde. O dolaşırken sen bu dediklerimi yüzüne üfleyeceksin.” “Kimin yüzüne?” “Oğlunun a kızım oğlunun. Sonra birden durdur çocuğu, evdeki bir makasla keseceksin ipi, orta yerinden.” Gülmüşüm. “Kesme de göreyim, oğlanın ayakları birbirine dolaşıp …
17.02.2024 Sabah 07.30 Genç adamın bedeni mıknatısla çekilmiş gibi yapıştı hastane bahçesindeki banka. Üzeri yapraklarla örtülmüş demir yığın buz gibiydi. O ise bankın soğukluğuna ve yaprakların tozuna aldırmadan hareketsiz duruyordu. Genişçe açık olan bacaklarının iki yanına düşen elleri, çaresizliği haykırıyordu. Bakışlarına yerleşen dehşetli şaşkınlık, tüm bedenine yayılıyor; dudaklarının arasından mırıltılar yükseliyordu, “Neden?… Nasıl?…” Hastane için …
Şimdiye kadar olan hayatlar bir sırt çantasında. Benim gibi insanlar nereye gideceklerini bilmeden yollarda. Dönüp arkama bakıyorum. Önümdeki ucu görünmeyen kalabalığın daha fazlası arkamdan sürükleniyor. Aklıma, okuduğum kitaplardaki tercih edilen veya zorunluluğa tabi tutulan çoklu veya bireyin tek başına koyulduğu göçler geliyor. “Böyle bir zamanda akla gelebilecek şey mi şimdi benim düşündüğüm.” Elimde değil. Kitaplarda …
Dökülen saçlarını yerden aldı. Avucunda tuttuğu saçlarına üzülerek baktıktan sonra aynadaki yüzüne döndü. Mavi gözlerinin altındaki morluğu eliyle okşadı. Elinin şifalı bir merheme dönüşmesini umarak birkaç dakika bekledi. Gözleri çok şiştiğinden kapakları zor açılıyordu. Yüzünden umudunu kesince dönüp banyoya bir göz attı. Sanki on yıldır yaşadığı evde değil yabancı bir yerde gibi hissetti kendini. Gözlerinin …
Köpekler havlıyordu. Korkarım ben geceden ve açlıktan korkmayan köpeklerden. Karanlıkta göz gözü görmüyordu. Onu sevdiğimi içimden tekrarlıyordum. Adını andıkça yaşamak için uydurduğum bahanelerim tükenmemiş oluyordu güya. O benim ruhum, aklımın sigortası. O benim kafa kâğıdım, kördüğümüm. Unutmamak için adını sprey boyalarla duvarlara kazıyordum. Sprey boyaları Kadıköy’de bir sanat evi işleten Tekin abiden araklamıştım. Tekin abi …
“Doğum günüm yaklaşıyor.” Evet kırk. Yaş günüm bu. Dünyaya gelişimin kırkıncı yılı. Hicri takvime göre kırk yıl. Yıl ise üç yüz altmış beş tane döngüden oluşuyor. Güneşin ve ayın birbirini takip ettiği döngüler. Tamamlanmalar yani. Her sene bir döngüyü işaret ediyor işte. Milyonlarca yıldır birbirini takip eden güneş ve ayın yarattığı döngüde kırk parçaya bölünmüş …
Bugün dayılığım öldü. Eve eren yemeği yağıyor. Çorbasından etine, tatlısından pilavına kadar tam takım yemek yolluyorlar. Gelen yemeği kimin gönderdiğini yazıyorlar bir kenara; maazallah unutulur falan, kendileri de onların bir yakını ölünce yemek göndermeyiverirler. Böyle asilzade bir aileye yakışmaz; laf olur, söz olur. Gelen misafirleri kar beyaz masa örtüleri serdikleri sofralara oturtuyorlar. Ben de zorla …
Doktor, kırmızı tenli, kır sakallı, sivri burunlu ve kısa boylu bir adamdı. Sürekli konuşuyor, bir şeylerden şikâyetlenip duruyordu. Yanındaki zavallı kız bunalmıştı. Bıkkın gözlerle doktora bakıyordu. Doktor dişlerinin arasından tıslayarak fısıldadı. “Henüz kış gelmedi.” Birden bağırdı. “Derhal burayı serinletmezlerse işi bırakacağım!..” Kız yerinden zıpladı. Benimle ilgilenen yoktu. Kız klimayı açtı. İçeriye tuhaf kokulu bir hava …
Tam iki yıl oldu. İki yıl sonra ilk defa gün yüzümü gördü. İlk defa rüzgâr saçlarıma uçtu, bir pencere kenarında bırakmadan kanatlarını. Ben bugün hayalimde ölmüş her şeyi, çamurdan, yeni baştan var etmeye geldim. Ben bugün heykeltraş olmaya karar verdim. Tam iki yıl oldu. Bıraktım merak etmeyi, hangi yıldızlar görünür penceremden? Ya da hangi yıldızlar …
Bir tabuta sığmadı Onur’un bedeni. Küçük bedeni tabutun dörtte birini bile doldurmadı. Bir odaya sığınıp günlerce aç susuz kaldı. Sanırım uğruna yaşayacak bir şey de bulamadı. Yiyecek bir lokma yemek, içecek bir bardak su bulamadı. Hayallerinden de hiç bahsetmedi. Kimseyi kırmadı odada kaldığı sürece. Sahi, kaç gün kaldı Onur o kokuşmuş odada? Onu ilk gördüğümde …