Haberler
Bilim & Teknoloji
Yaşam
Kültür & Sanat
Haberler
Bilim & Teknoloji
Kültür & Sanat
Yakın zamanda kaybettiğimiz Afşar Timuçin’le 17 yıl önce “Felsefeye Giriş” başlığıyla yaptığımız (ve o yıllarda çeşitli nedenlerle yarım kalan) söyleşi dizisini, Timuçin’in ölümünün ardından vesaire’de yeniden yayınlamaya başlamıştık. Amacımızı da, “felsefeye meraklı genç okurların –gerçekte kıymeti hiç bilinmemiş– bu değerli düşünür ve sanatçının dünyasına girmesi, onu tanımasına vesile olması” diye duyurmuştuk. Şimdiye dek altı söyleşi…
Sally Rooney’in yeni romanı İntermezzo yayımlanmasının ardından edebiyat dünyasında çok da alışık olmadığımız biçimde yankı uyandırdı. Hem dünyada hem de Türkiye’de başarılı bir pazarlama kampanyasıyla sunulan roman, Türkçede de kısa bir sürede dördüncü baskısını yaptı. Hatta kitabın bir biçimde içeriğinden ayrı olarak (özellikle sosyal medyada) dekoratif bir estetik unsura dönüştüğünü de görebiliyoruz. 2017’de ilk romanı…
Afşar Timuçin’le önceki söyleşilerimizde felsefenin ne olduğu ve ne işe yaradığını konuşmuş, felsefe tarihine de kısa bir giriş yapmıştık. Bu söyleşinin konusu ise ahlak. Yüce değerler ve yarar değerleri arasındaki ayrımdan söz eden Afşar Timuçin, ahlakın estetikle olan ilişkisi hakkında önemli tespitler yapıyor ve “özgürlük ahlakının” altını çiziyor. Bugün sizinle ahlak üzerine konuşalım istiyorum. Öncelikle…
Önceki söyleşimizde, felsefe tarihinde özel bir dönem olan ve genellikle “karanlık” imgesiyle birlikte düşünülen Ortaçağ’ı ve Ortaçağ felsefesini daha ayrıntılı konuşacağımızı söylemiştik. Sohbetimizde Ortaçağ’ın ayırt edici özellikleri, felsefe tarihindeki yeri ve elbette Rönesans ve Yeniçağ ile ilişkisi özel bir yer tutuyor. Afşar Timuçin’in bu kısa metindeki çözümlemelerinin, felsefe tarihinde bir dönemi tarihsel maddeci bakışla incelemek…
Fredric Jameson’la 1976’da, beni California-San Diego Üniversitesi’nin lisansüstü öğrencilerine ders vermeye davet ettiğinde tanıştım. Tanışmamızdan beş yıl önce yayımlanan, Lukacs, Benjamin, Adorno, Ernst Bloch ve başka düşünürlerle ilgili parlak analizlerden oluşan çarpıcı eseri Marksizm ve Biçim sayesinde varlığından haberdardım. Kitabın başlığı bile iç karartıcı, bayağı Marksist eleştiri geleneğine meydan okuyordu. Ayrıca o dönemde henüz İngilizceye…
Baba-kız ilişkisi, hep büyük önem atfedilen, özellikle bizim memleketteki ataerkil toplum yapısı sebebiyle kız çocukların kalbinde sızlayan derin yaralardan biri. Eminim, nerede baba travmasına dair bir şeyler anlatılsa birçok kadının içinde taşıdığı kız çocuğunun kalbi bir kez daha kırılıyor. Bu yüzden olsa gerek, bazen insana bazı şarkılar daha yaralayıcı, bazı kitaplar daha can yakıcı, bazı…
Metafor dilin can damarı, dünyayı anlamamızı sağlayan düşüncenin nabzıdır. Metafor aracılığıyla soyut ve tarif edilemez olanı anlamlandırır, deneyimin karmaşıklığını kavranabilir kılar ve anlamlandırırız. Metafor dilsel bir aygıttan fazlasıdır; bilişsel bir araç, gerçek dilin sınırlarını aşan bir görme ve bilme biçimidir. Klasik dünyada metaforlar sadece şiirsel süslemeler olarak değil, retorik ve felsefe pratiği için de vazgeçilmez…
Önceki söyleşimizde kavramlar, soyutlama ve yöntem sorununa değinmiş, mitolojiden felsefeye geçiş koşullarını ele almıştık. Afşar Timuçin’le bu dördüncü söyleşimizde Eskiçağ’dan başlayarak felsefenin temel dönüşüm dönemlerini konuştuk. Bununla birlikte, yaygın biçimde “karanlık çağ” olarak adlandırılan Ortaçağ felsefesini ve bu çağı belirleyen iktisadi, siyasi, toplumsal koşulları bir sonraki söyleşide daha ayrıntılı inceleyeceğiz. Felsefe eskiçağlardan bugüne değişik bakış…
Afşar Timuçin’le üçüncü söyleşimizde kavramların sağlıklı bir bilinç oluşturmadaki yeri ve tarihselliği, mitolojiden felsefeye geçişin temel özellikleri, iyi bir felsefe eğitiminin koşulları üzerine konuştuk, soyutlama ve yöntem sorununa da kısaca değindik. Bu söyleşide, Afşar Hoca’nın felsefe yapıtlarında oldukça belirgin olan tarihsel maddeci yöntemin izlerini görmek mümkün. Özellikle, bir felsefi düşünceyi kavramak için onun toplumsal ve…
Afşar Timuçin’le yaptığımız ve yedi bölüm halinde yayımlanacak söyleşilerin ilkinde felsefenin tanımından, “felsefe öğrenmek” ile “felsefe yapmak” arasındaki ayrımdan, felsefenin bize ne kattığından söz etmiştik. Bir bakıma ilkinin devamı sayılabilecek bu söyleşide, Afşar Timuçin toplumsal maddi gerçekliğin, sermaye sınıfının ve kurulu düzenlerin felsefe üretimine etkisi üzerine önemli tespitler yapıyor, ayrıca üniversitede neden felsefe yapılamayacağını açıklıyor.…
Afşar Timuçin, yeri doldurulmaz büyük bir boşluk bırakarak aramızdan ayrıldı. İnsana karşı sorumluluğunun bilincinde bitmek tükenmek bilmez çalışkanlığıyla Türkiye’nin en üretken aydınlarından biriydi. Birkaç kuşağa felsefeyi sevdirdi, estetikle tanıştırdı, makaleleri, çeviri ve yayıncılık çalışmalarıyla hepimize yeni ufuklar açtı; şiirleri, öyküleri, romanları ve denemeleriyle düşünce ve sanat dünyamızda kalıcı izler bıraktı. “Şairin dediği gibi, ‘Yaşamım korkunç…
Medeniyetimizde örüntü tespitinin önemli bir yeri var. Zaman ve coğrafyada tesadüf eden, tekrar eden şeyleri tespit etmemiş olsak mesela, düzenli tarım mümkün olmazdı. Yağmurlar ne zaman yağıyor, kış ne zaman başlıyor, karakış ne zaman bitiyor, filizkıran fırtınası ne zaman oluyor bilmesek örneğin, Anadolu’da ve Mezopotamya’da büyük kitleleri besleyecek noktaya gelmek mümkün olmazdı. Tarım devrimini “kocakarı…
Küçük Prens, 6 Nisan 1943'te ilk kez yayımlandığında bugün en ünlü ve sevilen eseri olmasına rağmen Antoine de Saint-Exupéry için bir tür sapma gibi görünüyordu, yazar daha önce bir çocuk hikayesi yazmamıştı. Fransız pilot ve yazar halihazırda bir edebiyat yıldızıydı, 1931’de yayımlanan ilk romanı Gece Uçuşu’yla Fransa’nın saygın edebiyat ödüllerinden Prix Femina’yı kazanmıştı. Yakın dostu…
Nasıl yazar olunur? Cevap: Yazarak. Bu cevabın ne kadar gücendirdiğini, bezdirdiğini ve duymazdan gelindiğini bilmek insanı hayrete düşürüyor. Yazarlar bile böyle hissedebiliyor, inanın bana. Bu, insanın yüzleşmek istemediği Korkunç Gerçekler’den biri. En çok başvurulan kaçamak taktik, yazar adayının “anlatmaya başlamadan önce tecrübe kazanmalıyım” demesidir. Elbette, gazeteci olmak istiyorsanız öyledir. Ama ben gazetecilik hakkında hiçbir şey…
Adsız Sansız Bir Jude romanının kahramanı Jude Fawley Oxford’un Jericho olarak bildiğimiz, o zamanlar üniversitenin bakım ve onarım işleriyle meşgul bir zanaatkar ve esnaf topluluğuna ev sahipliği yapan Beersheba bölgesinde yaşamaya başlar. Kısa süre içinde, üniversitenin var ettiği entelektüel üstyapının maddi temelinin kendisi ve diğer zanaatkarlar olduğunu, üniversitenin onlarsız var olamayacağını fark eder: Jude’un deyimiyle,…
Bir yazarın, başka bütün koşullar aynı kalmak şartıyla, bir tiyatrocudan, özellikle de bir sinemacıdan daha şanslı bir konumda olduğu zannedilebilir: Onun -satamasa, hatta yayımlayamasa bile- yazmasını engelleyecek bir güç pek yoktur; oysa bu ikinciler, kültür endüstrisinin talepleri karşısında çok daha kırılgandırlar ve bu taleplere cevap vermedikçe bir oyun sahnelemeyi, bir film çekmeyi, bazı avangard oluşumlar…
İlk kez Cemal Süreya okuduğumda 16 yaşındaydım, bir dolmuşun arka koltuğunda az önce sahaftan merakla aldığım Üvercinka’nın rastgele bir sayfasını açtım: “Annem çok küçükken öldü / Önce öp sonra doğur beni.” Sonraları yıllarca başucumdan ayrılmayacak şairin ilk dizeleri Cemal Süreya şiirinin özeti gibi: Kocaman bir duygu, iki cümleyle hayatının ortasına güm diye düşüveriyor. Cemal Süreya…
vesaire yazarları, 2023’te yayımlanmış en iyi kitapları seçti. Yıl sonunda peyda olan çoğu liste gibi bu listenin de öznel seçimlerin mecburi bir sonucu olduğunu hatırlatmak boynumuzun borcu. Buyursunlar. Yeryüzü Yakılıp Yıkılırken, Jonathan Crary Bir arkadaşım, bu kitap hakkında konuşurken Jonathan Crary’nin yaşadığı çağdan "etiyle kemiğiyle nefret ettiğini" söylemişti. Haksız değil, ama Jonathan Crary de nefret…
Rıfat El-Arir, işgalci ve sömürgeci siyonist kuşatmanın baskıcılığına karşı direnmeye çalışan milyonlarca Filistinliden biriydi. Gazzeliydi. Akademisyen ve şairdi. Uzmanlık alanı İngiliz edebiyatı ve özelde Shakespeare olsa da, özelde Gazze ve genelde Filistin mücadelesi için aktif rol üstlenen sivil aktörlerden biriydi. 2015’te kurulan, daha sonra Avrupa-Akdeniz İnsan Hakları İzleme Örgütü (Euro-Med) bünyesinde resmi faaliyetlerini sürdüren We…
Patricia Highsmith (1921-1995), çekici sosyopat Tom Ripley’nin başrolde olduğu psikolojik gerilim romanı Yetenekli Bay Ripley’i 30 Kasım 1955’te yayımladı. Kitap beş romandan oluşacak Ripley Dizisi’nin ilk kitabıydı ve Highsmith kitabı yalnızca altı ayda tamamlamıştı. Romanı hakkında daha sonra “Sanki Ripley yazıyormuş gibi hissettim, bir anda ortaya çıktı” diyecekti. Yazarın ahlaki açıdan antikahramanıyla özdeşleşmesi muhtemelen romanın…
Bir halk baskı ve eziyet altında kalarak travma yaşadığında, edebiyat o halkın ses sahibi olmasını ve benliklerinin güçlenmesini sağlar, yaşanılan travmaya evrensel bir yankı kazandırır. Filistin edebiyatı, hele de onun direniş edebiyatı söz konusu olduğunda bu durum daha da geçerlidir. Filistinli yazarlar da halklarının acılarını ve kederlerini dile dökmeye çalışmış, edebiyat yoluyla umut aşılayan ve…
“Dance like nobody’s watching” (kimse izlemiyormuş gibi dans et) sözünü çoğumuz duymuşuzdur. Don Williams’ın, sözleri Susanna Clark ve Richard Leigh tarafından yazılamış meşhur şarkısı “Come from the Heart”da geçen bu sözün yer aldığı kısmı şöyle Türkçeye çevirebiliriz: “Paraya ihtiyacın yokmuş gibi şarkı söylemelisin, hiç kırılmayacakmış gibi sevmelisin, kimse izlemiyormuş gibi dans etmelisin, eğer işe yaramasını…
Şiirden bahsederken aklınızda canlanan sahne orta yaşlı, bekar, orta sınıf bir erkeğin rakı masasında otururken size epey anlamsız gelen uzunca bir monologla kendi zekasını kanıtlamaya çalışan özgüveniyse, belli ki ataerkil toplum size de bir özür borçlu. Şiiri “cringe” bulan, bir mizah malzemesi haline getiren, hem estetikten hem de toplumsallıktan uzak bir boşluğa konumlandıran genel eğilimin…
Söyleşilerde ve üniversite kampüslerinde, Filistin kurtuluş hareketinde edebiyatın rolü hakkında ne düşündüğüm sorusuyla sık sık karşı karşıya kalıyorum. Bu her ne kadar pek yıkıcı bir soru olmasa da kulağa öyle geliyor: Edebiyatın rolü nedir? Burada, İngilizce konuşulan ülkelerde, şık otel lobilerinde ve namlı üniversitelerin konferans salonlarında, mülteci kamplarının ve el yapımı silahların yıldızlar kadar uzağında kime…
Edebiyat eleştirisinin toplumu anlamakta ne kadar önemli bir alan olduğunu kanıtlayan özgün bir eleştirel üslup geliştirmiş ve yazdığı denemelerle Türkiye’de edebiyat eleştirisine damgasını vurmuş Nurdan Gürbilek’in yeni kitabı Örme Biçimleri 8 Eylül’de çıkıyor. Heyecanla beklediğimiz kitaptan tadımlık bir bölümü Metis Yayınları'nın özel izniyle paylaşıyoruz. Buyursunlar. Sunuş Yazarken bir kapıdan girer, çoğu zaman aynı kapıdan çıkar…
Yeryüzünde sayısız örneği olmasına rağmen mutlu aşkın yazılı bir tarihinin olmadığını uzun zamandır biliyoruz. Mutlu aşkın anlatılmaya değer bir yanı bulunamadı, aşk daima mutsuzluğun bir biçimi olarak ele alındı. Dünya edebiyatının en büyük aşk hikayelerini şöyle bir düşünün, hepsi de öyle veya böyle kavuşamamanın hikayesidir. Mutsuz aşkın epik niteliğini hikayenin trajik özü belirler, âşıklar nihayetinde…
William Gibson’ın 1984’te yayımlanan, aradan geçen 40 yıl boyunca piyasaya sürülen onlarca bilimkurgu, cyberpunk ve yapay zeka anlatısında izleri görülebilen romanı Neuromancer, N. Can Kantarcı’nın çevirisiyle İthaki Yayınları’ndan çıktı. Kantarcı’yla kitabın mirasını, Türkçeleştirirken tercih ettiği bazı kullanımları, neye iyi ya da kötü çeviri diyebileceğimizi, çevirilerde yapay zekaya başvurulmasının ne anlama geldiğini konuştuk. Kitabın konusunu ve…
Esas olarak iki çeşit başlangıç vardır. İlki, Exodus, yani bir sürgünle başlar. Krallığını ve ümmetini kaybeden kralların anlatıları, Homeros’un Odyssea’sından Sofokles’in Oedipus’una, Kur’an-ı Kerim’in hicret perdesinden Shakespeare’in kendi krallığından ruhsal sürgün yemiş Hamlet’ine ve Prospero’ya, oradan Joyce’un gezgin Dedalus’unun başrolü oynadığı Ulysses’e, hepsi bu gruptadır. Öteki tarafta ise daha teleolojik, tarihçi Herodot’un ve filozof Aristoteles’in…
Edgar Allan Poe, türünün ilk örneği kabul edilen Morgue Sokağı Cinayeti hikayesini yazdığında Philadelphia merkezli Graham’s Magazine’de editör olarak çalışıyordu. Önce “Trianon Sokağı Cinayeti” başlığını kullanan Poe, hikayeyi daha ürkütücü hale getirmek için bitirdikten sonra sokağın adını değiştirdi. Hikaye, derginin Nisan 1841 sayısında yayımlandı. Poe’ya 56 dolar tutarında telif ödendi. Meşhur “Kuzgun” şiiri için yalnızca…
Okuyacağınız söyleşideki sorularımı yanıtlama ve yorumlarıma katlanma inceliğini gösteren değerli dostum Savaş Kılıç’tan kısaca bahsetmem gerek: Savaş bir kitap çevirmeni ve editörü. İngilizce ve Fransızcadan çeviriler yapıyor. Epey zamandır Metis’in editörlerinden; Saussure, Foucault, Ranciere, Badiou ve Lacan gibi pek çok düşünürün eserlerini Türkçeye kazandırdı; yayına hazırladığı kitapların yekununu hesaplayacak sabırdan yoksunuz ne yazık ki –ya…
2022 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Annie Ernaux’nun 2008’de yayımlanan Seneler romanı, biraz gecikmeyle, 2021’de Türkçeye çevrildi. Can Yayınları tarafından Siren İdemen çevirisiyle yayımlanan roman, arka kapağında şöyle tanıtılıyordu: “Seneler çeşitli imgeler, fotoğraflar, dönemin gazete haberleri, popüler şarkıları, filmleri, reklamları, sloganları, siyasi gelişmelerinden hareketle 1940’lardan 2000’li yıllara uzanan deneysel bir metin, bir tür toplumsal kronik. En…
İyi bir izlenim bırakmak için çiçek götürmüştüm. Édouard Louis ve Tash Aw ile bir önceki akşam (Babamı Kim Öldürdü’nün sahne uyarlamasının açılış gecesinde Louis’nin kiralık dairesinin bahçesinde bir grupla birlikte toplanmıştık) tanışmıştım, ancak bugün sadece üçümüzdük. Louis’nin son anı kitabına, Aw’un Fransızcadan çevirdiği A Woman’s Battles and Transformations’a [Bir Kadının Mücadeleleri ve Dönüşümleri] odaklanmayı planlamıştık,…
Ütopya ile distopya, toplumsal eleştirinin soyundan gelen ikiz kardeşlerdir. İdeal toplumu sistemli biçimde hayal etmenin ilk modern girişimi olarak hatırlansa da Thomas More’un Ütopya’sı (1516) ezici bir yoksulluk ve savaş yoluyla lime lime edilmiş Avrupa’nın kara bir portresini sunar, ekili arazilerin kuşatılması sürerse koyunların yakında insanları yiyeceğine dair sarsıcı bir kehanetle başlar. Bu ürkütücü olasılık,…
Eric Vuillard’ın Yoksulların Savaşı isimli kitabı Kasım 2021’de Nihan Özyıldırım’ın çevirisiyle Can Yayınları tarafından yayımlandı. Bir tarihsel kurmacanın konusuna ve üslubuna dair söylenebilecekler kitabın arka kapağında şöyle özetleniyor: “On altıncı yüzyıl Avrupası: Protestan Reformu Katolik Kilisesi'ne, güçlülere ve ayrıcalıklılara karşı bir isyana girişir. Böylece, kendilerine yalnızca cennette eşitlik vaat edilen köylüler ve yoksullar, bu eşitliğe…
Karakterinin düşüncesini aktarmak isteyen bir yazar için yazılı metnin görsel metne kıyasla ilk bakışta bariz bir avantajı var. “Denize girmeyi düşünüyordu,” yazarsanız, karakterinizin denize girmeyi düşündüğünü hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde aktarırsınız. Öte yandan bu düşünceyi görsellerle aktarmak için karakteri yüzmeyle bağdaştırılan bir nesneye (palet, şnorkel, mayo, denizin kendisi vs.) bakarken göstermek, flashback benzeri bir…
Çeviri eserlerle az çok temas etmiş herkesin herhalde bir kitabı dilinden dolayı okuyamayıp bırakmak zorunda kalmışlığı vardır. Bu tür durumlarda genellikle fatura doğrudan çevirmene (“Çeviri çok kötü”) veya editöre/yayınevine (“Bu kitabı basmadan bir okusalarmış keşke”) kesiliyor. Metinle ilgili şikayetlerini e-posta yoluyla birebir yayınevine veya sosyal medyada yayınevini etiketleyerek herkesin bilgisine sunanlar oluyor. Nadir örneklerdeyse kitapta…
Yazmak ile yürümek arasındaki psikocoğrafi bağlantıların artık kültleşmiş bir cazibesi var. Öyle ki, gezintinin ve kalemin ritimleri neredeyse birbirinden ayrılamaz biçimde birbiriyle kaynaştı. “Sokaklarda aylak aylak dolanan, meydanlara dadanan” Virginia Woolf misali yürümeye düşkün ünlü yazarlar olduğu gibi, tekerleğin ritmini hem kişisel tutkuları hem de yazdıklarının ilhamı olarak gören yazarlar da vardı. Boru şeklindeki kadrolar,…
Ulysses[i], hakkında en çok konuşulan James Joyce eseri. Eseri diyorum, çünkü meraklısının da bildiği üzere roman, şiir ya da destan arasında gidip gelen tuhaf bir yapısı var. Teknik açıdan artık demode olmuş, bir günü uzun uzadıya anlatan bir kitap. Bir yandan da 36 saatlik okuma etkinlikleriyle onurlandırılan edebi bir “şölen”. Kitabın geçtiği 16 Haziran günü,…
Samuel Beckett, Alan Schneider’a 1957’de gönderdiği bir mektupta şöyle yazmıştı: “Eserlerim mümkün mertebe etraflıca tasarladığım temel seslere dayanıyor (şaka yapmıyorum), başka hiçbir şey için de sorumluluk kabul etmiyorum. Bu sesler insanların başını ağrıtıyorsa, bırak ağrıtsın. Aspirinlerini de bir zahmet getirsinler.” Bu vecize, Beckett’in yarattığı dünyalardaki sözcüklerden çıkan sesler ve müzik kullanımıyla ilgili bir dolu eleştirel…
Siverek’te halk arasında meşhur bir söz vardır. "Ağaların sofrasında ekmek yemeyin" derler. Çünkü onlar Çêlek yer!" Ve devamında eklerler: "Ha Çêlek yemişler, ha çocuk!" Çêlek, Kürtlerin dilinde civcivin biraz büyüğüne denir. Çêlekten büyüğü fêriktir. Fêrik, mırışk olur büyüyünce. Büyük toprak sahipleri taze yemek için Çêlek doğruyorlar tabaklarına. Davetlerinde eşrafa, beye, bürokrata, mütegallibeye oğlaklar, emlik kuzular…