Haberler
Bilim & Teknoloji
Yaşam
Kültür & Sanat
Haberler
Bilim & Teknoloji
Kültür & Sanat
“Tezeta” diye bir kelime var Amharcada, “özlem” anlamına geliyor. Nedenini pek iyi bildiğim bir yerden, bu özlem duygusu fazla kurcalıyor aklımı. Ancak tezeta kurcalanamayacak kadar soyut. Hatta zamansız. İçimizde taşıdığımız ama adını koyamadığımız bir titreşim gibi. Mulatu Astatke’nin “Yegella Tezeta” parçasını ilk dinlediğimde (ve tekrar dinlediğimde) tam da bu hissin ortasındaydım. Zaman ilerlemiyor, geri de…
Sahne ışıkları, kalabalıklar ve bir ağızdan söylenen şarkılar… Daha küçük yaşta bu ışıltılı dünyanın hayalini kurmak çoğu kişi için kolaydır. 2004’te “Rockstar Dream” adıyla başlayan Popmundo (eski adıyla Popomundo) bu hayali bir tarayıcı RPG oyununa dönüştürerek milyonlara sundu. Ancak zamanla yalnızca eğlenceli bir simülasyon olmaktan çıktı, bir tür sosyolojik aynaya dönüştü. Popmundo’da bir karakter yaratır,…
Ortaokuldaydım, Anıtkabir’e bakan ilkokulumda her sene yapılan kermese o zamanki okul müdürümüzün kızı ve arkadaşlarından oluşan bir grup geldi. Koca ağaçların arasına kurulan küçük amfiler ve bir davuldan çıkan Red Hot Chili Peppers’ın "By the Way" şarkısını ilk kez canlı duyup peşinden uzun yıllar sürükleneceğim bu müzik tarzına karşı hatırladığım ilk merağı duydum. Bu müzikle…
Bir enkazı izlemenin en keyifli yanlarından biri onu hiç izi kalmayacak şekilde tamamen ortadan kaldırmanın hayalini kurmak. Ortadan kaldırmayı hayal etmenin en keyifli olduğu enkaz da geç dönem kapitalizm ve onun mevcut üretim ilişkileri. Sıfırdan yaratılan bir komünal, eşitlikçi, ilerici bir toplumu hayal etmenin akıl sağlığına katkısı da cabası. Enkazı tamamen ortadan kaldırmak ne kadar…
Set işçileri ağır ekipmanlarla, uzun saatler, iş garantileri olmadan ve çoğu zaman sigortasız çalışıyorlar. Ümitlerini bağladıkları işler bazen bir gecede keyfi olarak iptal oluyor. Sete hazırlık için harcadıkları mesainin ücretini çoğu zaman alamıyorlar. Set dışında bir sosyal hayat edinmeleri de çok zor. Yakınlarının özel günlerinde yoklar. Uyku saatlerine ya da haftada bir gün olan izinlerine…
Heinrich von Kleist’ın Michael Kohlhaas adlı novellası, yazıldığı 1810’dan bugüne adalet talebinin müesses nizam ve kanunları karşısındaki sarsılmaz haklılığının ve yakıcı kudretinin en radikal ifadelerinden biri olmayı sürdürüyor. Reformist Martin Luther’le aynı dönemde yaşamış ve kararlılığından taviz vermeyen asi Kohlhaas’ın hikayesi, 16. yüzyılın karanlığını gerçeklikten hiç uzaklaşmadan yansıtıyor. Michael Kohlhaas'ın yeni bir çevirisi Telemak Kitap…
Oliver Stone’un Katil Doğanlar (Natural Born Killers) filmi, ABD’nin kurak güneybatısından birbirinden kopuk, bazen kırmızıya çalan, grenli, siyah beyaz görüntülerle başlar. Kartallar, çıngıraklı yılanlar ve Amerika’nın çöküşünün en klişe sembollerinden paslı bir lokanta tabelası bir görünür, bir kaybolur. Hızla değiştirilen televizyon kanalları Richard Nixon ile Leave It to Beaver dizisini yan yana getirir, eğik kamera…
1950 öncesi Muhsin Ertuğrul hegemonyasındaki Türk sinemasına baktığımızda işçiyi, emeği, toplumsal meseleleri konu edinen filmlere rastlayamıyoruz. 1950’li yıllarda da Türk sineması hâlâ egemen ideolojiye bağlıdır. Bunun dışına çıkmak isteyen herhangi bir yapımın karşısına Demokrat Parti iktidarının baskısı ve 1939 tarihli “Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolüne Dair Nizamname” çıkmaktadır. İçişleri Bakanlığı’nın kurduğu “Merkez Film Kontrol Komisyonu”…
Önceki söyleşimizde, felsefe tarihinde özel bir dönem olan ve genellikle “karanlık” imgesiyle birlikte düşünülen Ortaçağ’ı ve Ortaçağ felsefesini daha ayrıntılı konuşacağımızı söylemiştik. Sohbetimizde Ortaçağ’ın ayırt edici özellikleri, felsefe tarihindeki yeri ve elbette Rönesans ve Yeniçağ ile ilişkisi özel bir yer tutuyor. Afşar Timuçin’in bu kısa metindeki çözümlemelerinin, felsefe tarihinde bir dönemi tarihsel maddeci bakışla incelemek…
Bazı kitapları hiç okumadığımız halde üzerlerinde epeyce durmuş gibiyizdir. Öyle ki, kapağını açmadığımız bir eserin “çerçevesini” kavramış, yazarına mesafemizi tayin etmiş, üslubuna dair kanaat bildirmiş bile olabiliriz. Bir zamanlar “üzerine okumuş olmak” bir tevazu belirtisiydi belki, artık yerini kitabın kendisine dokunmayan ama onun gölgesinde yapılan bir entelektüel gösteriye bırakıyor. Hızla tüketilen fikirler çağında, bilginin kendisiyle…
Eğer dil olmasaydı susup içimize nasıl atardık? Sinip nasıl saklanırdık? Nasıl gizlenirdik altına… İnlerimizi nasıl yapardık… Her şeyin üzeri kapatılabilir birkaç sözcükle. Sağduyuya meydan okunmasını çok seviyorum, onun için düşkünüm bir yandan da teoriye, rasyonalizme. “Hayır, gördüğümüz gibi değil”, “hayır, yanılıyormuşuz,” diyen pek çok düşünceye, metne, elimde olmadan çekiliyorum. Gospodinov’un[i] bu –yine– olağanüstü şiiri dilin…
Şu anda, birisi, bir yerde çakıl taşlarına bastı ve bütün koyu taşların hışırtısıyla uyandırdı; güneş bile yeni ayılıyor. Şu anda, birisi, bir yerde yirmi beş yıl önce bebekken çekilmiş videosunu ilk kez izledi, videodaki bebeğin bacağı kopuk ama gülümsemesi eksiksizdi, videoyu izlerken arkasından ona usulca sokulan karısının karnındaki şişlik için ne düşünse bilemiyor. Şu anda,…
Birçok insan Jim Marshall’ı (1936-2010) düşündüğünde rock and roll tarihinden sahneler aklına gelir: Monterey Pop Festival’da gitarını yakan Jimi Hendrix, San Quentin Eyalet Hapisanesi’nde el hareketi çeken Johnny Cash, elinde bir şişe Souther Comfort, üzerinde parlak, kısa bir elbiseyle şuh bir kahkaha atan Janis Joplin, Golden Gate Park’ta "Summer of Love" konserini veren The Charlatans.…
Christopher Herwig’in Sovyet Metro İstasyonları adlı fotoğraf serisi, 1930’lardan 1980’lere kadar farklı zamanlarda inşa edilmiş metro ağlarının harikulade ayrıntılarını bir araya getiriyor. Uğruna toplamda 30.000 km yol kat ettiği projeyi 12 yılda bitiren Herwig, 7 ülkenin 15 şehrinden fotoğraflar sunuyor. Kanadalı fotoğrafçı, projesini şu sözlerle anlatıyor: “Moskova, St. Petersburg ve Taşkent’e 1990’ların sonundan bu yana…
1960’ların sonunda hem yönetmen Jean-Luc Godard hem de rock grubu The Rolling Stones, üretkenliklerinin ve şöhretlerinin zirvelerinde dolaşıyorlardı. Godard, 1967’de üç uzun metraj film çekmiş, The Rolling Stones ise aynı yılın Ocak ayında Between the Buttons’ı, Aralık ayında ise Their Satanic Majesties Request’i yayımlamıştı. Godard ile Stones’u bir araya getiren ise bir bakıma 1968 yılının…
Son günlerde ardı ardına gelen ifşalar esasen gayet iyi bildiğimiz bir gerçeği yeniden yüzümüze çarpıyor: Fotoğrafçılığın merkezine yerleşmiş eril bakışın hiçbir yere gitmediği ve bu bakışın kadınların sınırlarını, rızasını, hikayesini nasıl sistematik biçimde silikleştirdiği gerçeğini. Bu gerçek yeni biçimlerde kendini göstermeye devam ediyor. “Nü portre” bahanesiyle kadınları çekim sırasında zorlayan, sınır ihlallerini “yaratıcılık” diye pazarlayan…
Maurizio Lazzarato tarihin bir yerinde çıkıp Marcel Duchamp üzerine bir kitap yazdı. Kapitalizme karşı ses çıkarmanın kaydını tutarken, bir eleştiri manevrasını da okurlara sunuyor. Lazzarato’nun her zamanki az ve öz konuşan tavrıyla bu kitapta da karşılaşıyoruz: Teorinin sıcak akıntılarındaki büyüleyici etkidense, pratik yaşamın içindeki jestlere daha fazla kapı aralıyor. Kitap, Lazzarato’nun Duchamp’ı yorumlamasını değil Duchamp’a…
1975'te, Stanford Üniversitesi’ndeki araştırmacılar bir grup üniversite öğrencisini intiharla ilgili bir çalışmaya davet ettiler. Öğrencilere birer çift intihar notu gösterildi. Notlardan biri hayatta olan herhangi bir insan tarafından hazırlanmış, diğeri de gerçekten hayatına son vermiş biri tarafından yazılmıştı. Öğrencilerden de gerçek ve sahte notları birbirinden ayırt etmeleri istenmişti. Bazı öğrenciler bu işte çok yetenekli olduklarını…
Marksizme akademide 1980'li yıllardan beri ağır bir baskı uygulandığını ve duvarın yıkılışından sonraki 10 yıl boyunca gelişme fırsatı tanınmadığını biliyoruz. Dolayısıyla 21. yüzyılın ilk on yılına geldiğimizde bir Ekşi Sözlük yazarının tabiriyle Slovenya menşeili düşünürler nezdinde Doğu Avrupa'da "sıkışmış bir gaz" misali biriken entelektüel birikimin patlaması hepimizde bir heyecan yaratmıştı. Batı akademisinin ne kadar kırmızı…
University of Liverpool tarafından yayımlanan bilimsel dergi Schizophrenia Research’te çıkan bir makale, bireylerin işitsel halüsinasyona yatkınlıkları ve müzikal yetenekleri arasında beyin yapısı üzerinden bir bağlantı ortaya çıkardı. Daha önce yapılan çalışmalarda müzisyenlerin beyinlerinin corpus callosum adı verilen, sol ve sağ beyin lobunu birbirine bağlayarak iki hemisfer arasındaki iletişimi sağlayan kalın sinir liflerinden oluşan bölümünün beyaz…
Ağrıyla ilgili bildiğimizi sandığımız her şey yanlış. Bu oldukça iddialı bir laf ama genel anlamda doğru. “Biz” derken, toplum olarak bizi kastediyorum; yani tıp camiasından olan ve olmayan insanların çoğunu. Ağrının doğasını yanlış anlıyoruz ve bu yanlış anlama milyonlarca insanın yaşamını mahvediyor. Nitekim ben de çiçeği burnunda bir stajyer doktorken bu yanlış anlamanın sonuçlarına tanık…
Bu ülkede uzun zamandır hiçbir şey sadece kendi anlamında değil. Mesela bir yasa, yasadan ibaret değil. Sessizlik yalnızca kişisel değil. Oyunlar artık yalnızca birer oyun değil. Her şey fazlasıyla politikleşti, biz istesek de istemesek de. Bu kaçınılmazlık, en çok sanatı etkiliyor. Çünkü sanat, yaşadığımız çağın aynasıysa, o aynada artık yalnızca estetik kaygılar, içsel çatışmalar, bireysel…
Dünyayı görmek, bilmediğin sokaklarda yönünü kaybetmek, bambaşka bir dile ve kültüre karışmak, yaşadığın yerin ve kendi rutininin dışına çıkıp başka yerleri ve rutinleri gözlemleyebilmek, hatta bazen gözlemlemekle kalmayıp başka bir rutinin parçası olabilmek elbette insanı dönüştüren ve bakış açısını genişleten deneyimlerdir. Çoğu zaman, yaşadığınız yeri anlayabilmenin ve sorgulamanın en iyi yolu bambaşka bir yere gitmektir.…
Alkış bir zamanlar birlikte olmanın sesiydi. Birlikte gülmenin, ağlamanın, yaşamanın ortak çoşkusuydu belki. Şimdi bir "finger snap" yetiyor—onaylamak, geçivermek, unutmak için. Parmaklar yukarı kayıyor, ritim değişiyor. Alkışlar yerini duygu geçişlerine bırakıyor. O geçişlerin tam ortasında bir sahne: Harbiye. Bazı sanatçıların adım bile atamadığı yerde Manifest beliriyor. Bir anda. Sanki görünmek değil, gösterilmek üzere çağrılmış gibi.…
Nintendo Switch cebe sığabilecek kadar küçük ama The Legend of Zelda gibi inanılmaz ayrıntılı grafiklere sahip oyunları çalıştırabilecek kadar da güçlü bir alet olması hasebiyle 2017’de “devrim niteliğinde” bir oyun konsolu olarak markete sürüldü. Sahiden de öyleydi. O zamana kadar PSP gibi başarılı emsaller görmüştük ama hiçbiri Nintendo Switch’in sahip olduğu popülerliğe ulaşamadı çünkü hiçbiri…