Haberler
Bilim & Teknoloji
Yaşam
Kültür & Sanat
Haberler
Bilim & Teknoloji
Kültür & Sanat
Grönland günümüzde birkaç kilometrelik buz tabakasıyla örtülüdür. Bu buz tabakası kıyı buzullarını beslediği gibi çok sayıda buzulaltı gölü ve eriyik su akıntıları barındırır. Hatta Grönland buzu altında devasa bir kanyon bile vardır. Fakat Arktik ada her zaman bu kadar buzlu değildi. 2,5 milyon yıl kadar önce buzsuz olabilirdi ve bu zamandan sonra bile Grönland’da hep sıcak ve en azından buzsuz zamanlar olmuştur. Bununla birlikte Grönland’ın son olarak ne zaman buzsuz olduğu ve o tarihlerde hangi yaşam dünyasının bulunduğu pek bilinmez. Kilometrelerce kalınlıktaki buz tabakası o tarihe ait fosillere ve diğer kalıntılara ulaşmak zordu. Araştırmacılar şimdi Grönland’ın sıcak zamanlarına ait bir zaman kapsülü bulmuş olabilirler: Büyük bir ilkel gölün kalıntıları. Columbia Üniversitesi’nden Guy Paxman ve ekibi aslında Kuzeybatı Grönland’ın buz tabakasını daha ayrıntılı bir şekilde haritalandırmak istiyorlardı. Bunun için de NASA’nın IceBridge misyonuna ait radar verileriyle, yerçekimi ve manyetik ölçümleri değerlendirmişler. Böylece eski Amerikan Askeri üssü Camp Century’nin yakınlarında dikkat çekici bir yapıya ulaşmışlar. Buradaki kayacın alt kısmı kuzeybatıda dik, güneybatıda ise eğimli bir kenara sahip geniş bir havza oluşturuyor. Radar verilerine göre bu havza 7100 kilometre genişliğinde ve 160 kilometre uzunluğunda. Araştırmacılar yerçekimi ölçümlerini de değerlendirdiklerinde, yeraltının bileşimini de görmüşler. Çevresindeki zeminde sert granit hüküm sürerken, havzasının için daha az yoğunlukta malzemeyle dolu, yani tortul. Bu tortul çok eski bir gölün ya da iç denizin temelinde yüz binlerce yıl içinde birikmiş olmalı. Bu da günümüzde kilometrelerce kalınlıkta buzun bulunduğu yerin altında buzsuz dev bir gölün bulunduğu anlamına geliyor. Bu göl radar verilerinden anlaşıldığı üzere kuzey ucunda on sekiz nehirle besleniyordu. Güneyinde ise büyük bir nehir suyu sahile doğru yönlendiriyordu. Araştırmacılar bu tarih öncesi gölün 50-250 metre derinliğinde olduğunu tahmin ediyorlar. Camp-Century havzası buzsuz bir dönemde oluşan ve daha sonra buzun altında hapsolan tarih öncesi bir gölün ilk kanıtını taşıyor. Bununla birlikte bu gölün tam olarak ne zaman açıkta olduğu kesin olarak bilinmiyor. Havzada bulunan tortulun Grönland’daki buzulun genleştiği zaman ait olabileceği ya da bundan sonraki birkaç buz arası döneme diyor bilim insanları. Ancak o tarihlerde Kuzeybatı Görünland’ın göl ve nehir ağlarını oluşturacak kadar nemli ve sıcak olduğu bir gerçek. Buzun altında kalan gölün tortulunda Grönland’daki buzlanma öncesindeki yaşama ait eşsiz kalıntılar barınıyor olabilir. Polen, fosil hatta yaşama elverişli alanlara ait kimyasal izlerin de bulunabileceği sanılıyor. Araştırmacılar bu nedenle karot örnekleri alabilmenin yollarını arayacaklar. Kaynak: https://news.climate.columbia.edu/2020/11/10/scientists-discovered-ancient-lake-bed-deep-beneath-greenland-ice/
Genç evrende, ilk patlamadan hemen sonra milyarlarca derecelik sıcaklıklar hüküm sürüyordu. Evren soğumaya başladığında ilk önce atom çekirdekleri, daha sonra ise atomlar oluşmuş ve arka plan ışını serbest kalmıştır. Evren o zamandan bu yana genleşmeye devam etmiştir. Geçerli olan teoriye göre gelecekte madde yoğunluğu ve sıcaklık düşmeye devam edecek ve evren en sonunda soğuk ve boş kalacak. Ancak iş oraya gelene dek başka bir süreç kozmik soğumaya karşı etki yapıyor: Maddenin yerçekimi nedeniyle bir araya gelerek yıldızları, galaksileri ve galaksi kümelerini oluşturması. Kendi yerçekimi etkisiyle gaz, toz ve karanlık madde birbirlerini çekiyor ve hızlanıyorlar, tıpkı dünyamıza doğru gelen bir meteoritin hızlanması gibi. Ve yine buna benzer olarak bu süreçte de kozmik yapılarla sıcaklık ortaya çıkıyor. Kozmik gelişme sırasında kütle çekimi, karanlık madde ve gazı bir araya getirerek galaksileri ve galaksi kümelerini oluşturuyor diyor Ohio Eyalet Üniversitesi’nden Yi-Kuan Chiang. Bu çekim o kadar kuvvetli ki gitgide daha fazla gaz ısınıyor. Evrendeki yapı oluşumundaki ısıtıcı yan etki, 2019 Fizik Nobel Ödüllü araştırmacı James Peebles tarafından öncelenmişti. Chiang ve ekibi şimdi kütle çekimine bağlı madde çöküşünün, evreni ne derece ısıttığını hesapladı. Bunun için de “kızgın” maddenin enerjisinin bir kısmını, kozmik arka plandaki fotonlara yansıttığı gerçeğinden yararlandılar. Buna göre gazlar, galaksiler ve galaksi kümeleri mikrodalga arka planında ince işaretler bırakıyorlar. Sunjajew- Seldowitch etkisi olarak bilinen bu olay örneğin Avrupa’nın Planck-Uyduları’nda okunabiliyor. Fakat evrenin termik enerji yoğunluğunu belirlemek isteyen astrofizikçilerin başka bir bilgiye daha ihtiyaçları vardı: Ön plandaki yapıların bizden ne kadar uzaklıkta yer aldıklarını bilmek zorundaydılar. Araştırmacılar bunun için Planck uydularının, IRAS enfraruj uyduları ve Sloan Digital Sky Survey uydularının kırmızıya kayma verilerini incelemiş. Bu onlara yakın evrendeki enerji yoğunluğu kadar, on milyar yıl öncesindeki yapıları da hesaplamaya izin vermiş. Elde edilen sonuçlara göre günümüzde evrendeki sıcaklık yaklaşık olarak iki milyon Kelvin. Bu on milyar yıl kadar önceki sıcaklığın on katı kadar. O zamandan bu yana evrendeki termik enerji yoğunluğu da önemli ölçüde artmış. Bu sıcaklık artışının yüzde 70’i, z=1 kırmızıya kayma dahilinde yani evrenin günümüzden yarı yarıya küçük olduğu zamanda gerçekleşmiş. Ne var ki bu kozmik sıcaklığın büyük bir kısmı termometreyle değil, atom ve moleküllerdeki enerji miktarı ve güçlenen moleküler hareketlilikle tespit edilebiliyor. Araştırmacılara göre bu ısınma bir süre daha devam edecek. Yani yeni yıldızlar oluşana ve galaksilerin büyümelerine ve kaynaşmalarına dek evrendeki ısınma devam edecektir diyor uzmanlar. Kaynak: https://iopscience.iop.org/article/10.3847/1538-4357/abb403
Birçok uzmana göre tropikal hayvanlar, görece daha istikrarlı termal şartlara alışık olmaları nedeniyle iklim değişikliğinin öncelikli olarak tehdit ettiği türler arasında yer alıyor. Artan sıcakların tropikal kuşlara etkisini inceleyen yeni bir araştırma ise, sıcak dalgalarına karşı oldukça dayanıklı olabileceklerini gösteriyor. Tropikal türlerle birlikte ılıman iklimlerde yaşayan türlerin de incelendiği çalışmada, akut sıcaklık stresiyle baş etmede kuşların beklenenden çok daha iyi oldukları görüldü. Araştırmacılar, tropikal iklime özgü türlerin küresel ısınma karşısında daha savunmasız olduğuna işaret eden araştırmalar mevcutken, tropikal türler de dahil olmak üzere kuşların çoğunun, günlük yaşamlarında deneyimlediklerinden çok daha yüksek sıcaklıklara tahammül edebiliyor olmasını şaşırtıcı bir sonuç olduğunu belirtiyor. ABD'deki Illinois Üniversitesi'nden araştırmacılar, tropikal ve ılıman iklim kuşların sıcaklık stresi ile başa çıkma becerilerinde farklılık olduğu varsayımını test etmek için Panama ve Güney Karolina'dan getirilen 81 türü saha laboratuvarlarında gözlemledi. Mini sensörler yardımıyla, gittikçe artan sıcaklığa maruz bırakıldıklarında kuşların vücut içi sıcaklıklarının yanı sıra metabolizma hızları da tespit edilebildi. Çalışma sonucunda, kimi araştırmaların öngördüğü gibi sıcaklıklarda 3- 4 derecelik bir artış olması durumunda bile çalışmaya dahil olan tüm kuş türlerinin fizyolojik açıdan güvenli sıcaklık sınırları içinde kalacağı görüldü. Çalışmada, Güney Karolina'daki kuşların ortalama olarak Panama kuşlarından daha yüksek bir sıcaklık toleransına sahip olduğu, her iki grubun da artan sıcaklıkla baş etmede bir sorun yaşamadığı görüldü. İncelenen kuşlar arasında en yüksek sıcaklık toleransı güvercin ve kumrulara aitti. Araştırmacılar, bunun nedeninin, diğer türlerde görülmeyen terleme özelliği olduğunu belirtiyor. Çalışmanın sonuçları, kuşların yüksek sıcaklıklardan doğrudan etkilenmeyebileceğini gösterse de, araştırmacılar küresel ısınmanın dolaylı etkilerinin kuşlar için de yaşamsal tehdit oluşturduğunu ifade ediyor. Artan sıcakların besin kaynaklarını ve tropikal ormanların yapısını değiştirmesi muhtemel olduğu belirtilirken, kuşların fizyolojik açıdan yüksek sıcaklığa dayanıklı olmasının onlara iklim değişikliği karşında tam bir koruma sağlamayacağı ifade ediliyor. Kaynak: https://aces.illinois.edu/news/warming-climate-can-birds-take-heat
Karıncadan yoğurt mu? Süt dolu bir kabın içine topu topu dört canlı karıncanın eklenmesi, yoğurdun mayalanma sürecini başlatmaya yeterli mikrop, enzim ve asitleri sağlayabiliyor. Güneydoğu Avrupa’ya özgü geleneksel bir yoğurt yapma yöntemi: Maya olarak canlı karıncalardan yararlanılması. Yoğurdun mayalanması için gerekli bakteriler ve asit karıncalardan sağlanıyor. Süt dolu bir kabın içine topu topu dört canlı karıncanın eklenmesi, yoğurdun mayalanma sürecini başlatmaya yeterli mikrop, enzim ve asitleri sağlayabiliyor. Günümüzde yoğurtların büyük bir çoğunluğu ticari mayalarla sütün mayalanması sonucunda üretiliyor. Ve bu sürecin sanayileşmesi dünyanın farklı yerlerindeki çeşitli geleneksel mayalama uygulamalarının görmezden gelinmesine yol açtı. Bilim insanları Türkiye, Arnavutluk, Bulgaristan ve Makedonya’nın da aralarında yer aldığı dünyanın çeşitli ülkelerinde yoğurdun mayalanma sürecini başlatmak için karıncalardan yararlanıldığı kültürel bir uygulamanın varlığını daha önce belgelerle ortaya koymuşlardı. Şimdi Danimarka Teknik Üniversitesi’nden Leonie Jahn ile Kopenhag Üniversitesi’nden Veronica Sinotte önderliğinde bir araya gelen mikrobiyoloji, budunbilim (etnoloji) ve karınca biyolojisi uzmanları, bu konuda daha ayrıntılı bilgilere ulaşmak amacıyla karınca mayalanmasının temelinde yatan bilimsel gerçekleri araştırdılar. Bulgaristan’ın güneyindeki Nova Mahala köyünün yoğurt yapımcılarıyla birlikte çalışan araştırmacılar yoğurt için kırmızı bir orman karıncasını (Formica rufa) seçtiler. Ardından yoğurdu mayalamak amacıyla cam bir kavanozun içindeki ısıtılmış süte dört canlı karınca ekleyip üzerini tülbentle örttüler ve gece boyunca mayalanmasını beklediler. Ertesi gün sütün yoğurdun mayalanma sürecinin ilk aşamalarını içeren asidite, doku ve tada ulaştığı görüldü. Araştırmacılar hazırladıkları raporda mayalanma sürecinin bu aşamasında elde edilen maddeyi, “Otla beslenen hayvan yağına özgü tatların ağır bastığı, hafif keskin otsu bir tadı vardı” biçiminde betimliyorlardı. Araştırmacılar karıncaların yoğurdun mayalanmasına nasıl katkıda bulunduklarını anlamak için karıncalarla ilişkili mikroorganizmaları ve asitleri incelediler. Süt genellikle belirli türde bakterilerin laktik asit üretmeleri sonucunda koyulaşmaya başlar. Araştırmacılar yaptıkları incelemeler sonucunda karınca ile mayalanmış yoğurtta, mayalı besinlerde yaygın olarak görülen Lactobacillus delbrueckii bulgaricus ve Fructilactobacillus sanfranciscensis adlı iki laktik asit bakteri türüne tanık oldular. Sözü edilen bu bakteri türlerinden ikincisi genelde ekmek yapımında yararlanılan ekşi maya kültürlerinde bulunan bir türdü. Ancak araştırma F. sanfranciscensis’in karıncalarda ortaya çıkışının bu bakterinin mayalı yiyeceklerin yapımında yararlanılmaya başlanmasından milyonlarca yılı aşkın bir süre öncesine uzanabileceği olasılığını gündeme getirdi. Jahn, “Bu bakterinin ilk önce karıncalarda ve bir olasılıkla da başka böceklerde ortaya çıkmış olabileceğini düşünüyoruz”diyor. Bağımsız bir süt ürünleri araştırmacısı olan Ian Powell de karınca ile mayalanmış yoğurdun, temelinde yatan kimyasal ve dirimsel gerçekler konusunda belki de tümden habersiz olmalarına karşın atalarımızın ne denli yenilikçi olduklarının bir göstergesi olduğunu belirtiyor. Ancak Powell bu sürecin günümüzdeki yoğurtların atası olduğunu düşünmemizi gerektirecek hiçbir neden olmadığına da dikkat çekerek, “Sonuçta, çiğ sütün bildik mikrobiyotası yoğurt yapımı için gerekli bakterileri içeriyor. Bu bakteriler, düşük düzeylerde olsa bile, oradadırlar ve uygun koşullar sağlandığında gelişirler,” diyor. Powell karınca yönteminin daha sıklıkla peynir yapımında tanık olunan, söz gelimi koyulaştırma amacıyla limon suyu ya da sirke gibi asitlerin, incir reçinesi ve devedikeni sütü gibi bitkisel unsurların ya da hayvansal mide özütlerinin eklendiği başka geleneksel yöntemlerle çok daha uyumlu olduğuna inanıyor. “Olaya bu bağlamdan bakıldığında, süte karınca eklemek insana hiç de garip gelmiyor,” diye ekliyor. Rita Urgan Kaynak: https://www.newscientist.com/article/2450495-ants-can-be-used-to-make-yogurt-and-now-we-know-how-it-works/
Lancaster ve Manchester’daki üniversitelerden araştırma ekipleri, 2040’a kadar teknolojiden kaynaklanmasını bekledikleri en büyük riskleri belirlemek için 12 uzmanla birlikte bir çalışma yürüttü. Bulgular ilginç ve harekete geçirici nitelikte... Bilgisayar teknolojilerinde şaşırtıcı derecede hızlı değişiklikler oluyor, hayatımızı doğrudan etkiliyor. Özellikle yapay zekâ (YZ) ve “Nesnelerin İnterneti” (İoT) dediğimiz, birbirine bağlı küçük cihaz yığınlarında ve kablosuz bağlantıda heyecan verici gelişmeler yaşanıyor. Maalesef bu gelişmeler, faydalarının yanı sıra potansiyel tehlikeleri de beraberinde getiriyor. Güvenli bir geleceği inşa etmek için bilişimin yakın geleceğinde neler olabileceğini tahmin etmemiz ve olası tehditlere karşı erken müdahale yollarını geliştirmemiz gerekiyor. Peki ama uzmanlar, ne gibi riskler olduğunu düşünüyor ve büyük sorunları önlemek için ne yapabiliriz? “Öngörü” Bu soruyu yanıtlamak isteyen Lancaster ve Manchester’daki üniversitelerden araştırma ekipleri, “öngörü” olarak nitelendirebileceğimiz, bir tür geleceğe bakma bilimine yönelmiş durumda. Aslında hiç kimse geleceği tahmin edemez. Ancak tahminleri bir araya getirerek, mevcut eğilimlere dayanarak neler olabileceğine dair açıklamalar getirilmesi mümkün. Özellikle teknolojideki mevcut trendlere ilişkin uzun vadeli tahminler, bazen son derece doğru olabiliyor. Tahmin etmenin etkili bir yolu da çeşitli disiplinlerden birçok farklı uzmanın fikirlerini birleştirip hangi noktada uzlaştıklarını bulmaktan geçiyor. Lancaster Üniversitesi’nden Öğretim Görevlisi Charles Weir ile Manchester Üniversitesi Bilgisayar Bilimleri Kıdemli Öğretim Görevlisi Louise Dennis, yeni bir araştırma makalesi için 12 uzman fütüriste danıştı. “Delphi çalışması” adı verilen bir teknik kullanarak fütüristlerin tahminlerini bir dizi riskle ve bu risklere yönelik tavsiyeleriyle birleştiren ekip, 2040’a kadar bilgisayar teknolojisindeki değişikliklerin etkilerine ilişkin uzun vadeli tahminler yapan kişilerden oluşuyordu. “Blockchain ve kuantum hesaplama henüz büyük etki yaratmayacak” Yapılan çalışmaların sonucunda uzmanlar, YZ ve bağlantılı sistemlerdeki hızlı ilerlemenin, günümüzden çok daha fazla bilgisayar odaklı bir dünyaya yol açacağını öngördü. Ancak şaşırtıcı bir şekilde, abartılı gördükleri iki yeniliğin çok az etki yaratmasını beklediklerini açıkladı. Örneğin son on yılın gelecek vadeden en önemli teknolojilerinden Blockchain’in günümüz sorunlarıyla “alakasız olduğunu” ileri sürdüler. Bununla birlikte kuantum hesaplamanın henüz başlangıç aşamasında olduğunu ve önümüzdeki 15 yıl içinde insanlık için çok az etkisi olabileceğini öngördüler. En büyük riskler neler? Çalışmaya katılan fütüristler, bilgisayar bilimindeki gelişmelerle ilişkili üç büyük riskin şunlar olacağını öne sürdü: Yapay zekada rekabetçilik: Uzmanlar birçok ülkenin, rekabetçi ve teknolojik üstünlük kazanmak istedikleri bir alan olarak YZ konusundaki tutumunun, yazılım geliştiricilerini YZ kullanımında risk almaya teşvik edeceğini öne sürdü. Uzmanlara göre bu durum, yapay zekânın karmaşıklığı ve insan yeteneklerini aşma potansiyeli ile birleştiğinde felaketlere yol açabilir. Örneğin, üretilen otonom arabaların kontrol sistemlerinde bir sapma olduğunu ve YZ’nin tüm karmaşık programlamasında bu durumun fark edilmediğini hayal edin. Bu durum gün geçtikçe daha çok sayıda arabanın aynı anda kararsız davranmaya başlamasına ve dünya çapında birçok insanın ölümüne neden olabilir. Üretken YZ: ChatGPT gibi üretken yapay zekâlar, gerçeğin belirlenmesini imkânsız hale getirebilir. Sonuçta yıllardır fotoğraf ve videoların sahtesini yapmak çok zordu. Ancak üretken YZ bu durumu daha şimdiden kökten değiştirdi. İkna edici sahte medya üretme yeteneğinin daha da gelişmesini bekleyen uzmanlar, bu nedenle bazı görsellerin veya videoların gerçek olup olmadığını söylemenin son derece zor olacağını belirtti. Saygın bir lider ya da bir ünlü gibi güvenilir isimlerden birinin (ya da bir kısmının) farkında olmadan sahte içeriklere de yer verdiğini varsayalım. Bu durumda onları takip edenler için gerçek ile yalan arasındaki farkı belirlemenin bir yolu yok. Bu yüzden gerçeği bilmek gittikçe imkânsız olacak. Görünmez siber saldırılar: Farklı geliştiriciler tarafından kurulacak sistemlerin karmaşıklığının beklenmedik bir sonucu var. Uzmanlara göre işlerin ters gitmesine neden olan şeyin kökenine inmek imkânsız olmasa da zorlaşacak. Bir siber suçlunun, fırın veya buzdolabı gibi zararsız gözüken cihazları bile kontrol etmek için kullanılan bir uygulamayı hacklediğini ve tüm cihazların aynı anda açılmasına neden olduğunu hayal edin. Bu, şebekedeki elektrik talebinde yoğun ve kaldırılamayacak düzeyde bir artışa neden olarak büyük elektrik kesintilerine neden olabileceğini düşünün. Bu durumda enerji şirketi uzmanları, ani talep yükselişine hangi cihazların neden olduğunu tespit etmekte bile zorluk çekecek. Kısacası “siber sabotaj” görünmez hale gelecek ve sorunun çözümünün imkânsız hale gelmesi söz konusu. Ne yapmalı? Çalışmaya katılan uzmanlara göre bu tür tahminlerin amacı, insanları korkuya sevk etmek değil, olası sorunların şimdiden ele alınmasına ve çözülmesine ön ayak olmak. Belki de uzmanların önerdiği en basit öneri şu: Bilgisayar programlarının, kendi güvenlik denetimlerini gerçekleştirmesini sağlayacak şekilde tasarlanması. Benzer şekilde, yazılımların güvenli çalışmasını sağlamak için halihazırda kullanılan yöntemlerin yeni teknolojilere de uygulanmaya devam etmesi ve bunun bir esas olması konusunda ısrar edilebilmesi doğru yol olabilir. Uzmanlara göre bir sistemin yeni olması, iyi güvenlik uygulamalarını göz önünde bulundurmamak için bir mazeret sayılmamalı. Ancak uzmanlar bu tip teknik yanıtların tek başına yeterli olmayacağı konusunda hemfikir. Bunun yerine insanoğlunun söz konusu teknoloji sorunlarıyla başa çıkacak becerileri geliştirmesi gerekiyor. Hükümetlerin de kendi YZ tedarikleri için güvenlik ilkeleri oluşturması ve sorumlu geliştirme ve dağıtım yöntemlerini teşvik ederek sektör genelinde YZ güvenliğine yönelik mevzuat oluşturması gerekiyor. Aslında bu tahminler ve çözüm önerileri, bize geleceğin olası teknoloji sorunlarına çözüm bulmamız için bir dizi araç sağlıyor. Teknolojik geleceğimizin heyecan verici ve insanlığa fayda sağlama vaadini gerçekleştirmek için bu tehlikeleri göz önünde bulundurmak ve çözüm üretmek için şimdiden çalışmaya başlamamız gerekiyor. Batuhan Sarıcan / batusarican@gmail.com Kaynak: https://theconversation.com/the-top-risks-from-technology-that-well-be-facing-by-the-year-2040-220979
GPS gibi uzay sistemleri hacklenip çevrimdışı bırakılırsa, dünyanın büyük bir kısmı anında 1950'lerin iletişim ve navigasyon teknolojilerine geri döner. Ancak uzay güvenliği, artan jeopolitik gerginliklerin olduğu bir zamanda çok daha önem kazandı. Bir yazılım hatası nedeniyle olduğu açıklanan ve Cuma günü tüm dünyayı etkileyen haberleşme kesintilerinden daha önemli bir konu var: Uzaydaki haberleşmeyi sağlayan sistemlere bir saldırı, her şeyi daha ağır etkileyecektir. Uydulara yönelik siber saldırılar 1980'lerden beri gerçekleşiyor, ancak küresel uyanma alarmı yalnızca birkaç yıl önce çaldı. Rusya'nın 24 Şubat 2022'de Ukrayna'yı işgal etmesinden bir saat önce, hükümet görevlileri iletişimleri kesmek ve Ukrayna'da karışıklık yaratmak için Viasat'ın uydu-internet hizmetlerini hackledi. Uzay ve biz Çoğu insan, uzay sistemlerinin günlük hayatlarında oynadığı kritik rolün farkında değil, askeri çatışmaları hiç saymayalım. Örneğin, GPS, uydulardan gelen sinyalleri kullanır. GPS destekli hassas zamanlama, para ödeme veya çekme zamanı gibi her ayrıntının sadakatle yakalanması ve koordine edilmesi gereken finansal hizmetlerde önemlidir. Hatta bir cep telefonu araması yapmak bile ağdaki zamanın hassas koordinasyonuna dayanır. Uçaklar, tekneler, arabalar ve insanlar için navigasyonun yanı sıra GPS, her gün yerel mağazalara mal taşıyan kamyon filolarının koordinasyonu için de önemlidir. Dünya gözlem uyduları, hava durumunu tahmin etmeye, çevresel değişiklikleri izlemeye, doğal afetleri takip etmeye ve bunlara yanıt vermeye, tarımsal ürün verimini artırmaya, arazi ve su kullanımını yönetmeye, asker hareketlerini izlemeye ve çok daha fazlasına yardımcı olmak için benzersiz bir bakış açısına sahip "göklerdeki gözler"dir. Bu ve diğer uzay hizmetlerinin kaybı, doğal afetlere ve ürün kaybına karşı savunmasız insanlar için ölümcül olabilir. Ayrıca küresel ekonomiyi ve güvenliği ciddi şekilde riske atabilirler. Birçok uydu, Dünya'daki doğal ve beşeri faaliyetlerin izlenmesi açısından hayati öneme sahiptir. Oyun içindeki faktörler ABD Ulusal Uzay Konseyi Kullanıcı Danışma Grubu'nda (UAG) görev yapan Prof. Patrick Lin ve arkadaşları uzaydaki büyük tehdit üzerine raporlarında uzay siber saldırılarının artan tehdidi konusunda faktörleri belirlediler ve senaryolar oluşturdular; özellikle yeni bir uzay yarışının başlangıcında olduğumuzun altını çizdiler. Diyorlar ki: Her şeye göre, uzay giderek daha sıkışık ve daha çekişmeli hale geliyor. Hem yeterince düzenlenmemiş olan hem de artık yörüngedeki uyduların çoğuna sahip olan ulus devletler ve özel şirketler, kaynaklar ve araştırma alanları için rekabet etmeye hazırlanıyor. Uzay çok uzak ve erişimi zor olduğundan, birisi bir uzay sistemine saldırmak isterse, bunu büyük ihtimalle bir siber saldırı yoluyla yapması gerekir. Uzay sistemleri özellikle cazip hedeflerdir çünkü donanımları fırlatıldıktan sonra kolayca yükseltilemez ve bu güvensizlik zamanla kötüleşir. Karmaşık sistemler olarak, uzun tedarik zincirlerine sahip olabilirler ve zincirdeki daha fazla bağlantı, güvenlik açığı olasılığını artırır. Büyük uzay projeleri ayrıca, bunları inşa etmek için gereken on yıl veya daha uzun süre boyunca en iyi uygulamaları takip etmekle de zorlanırlar. Riskler çok yüksek Ve uzayda riskler alışılmadık derecede yüksektir. Yörüngesel çöpler saniyede 6 ila 9 mil hızla hareket eder ve bir uzay aracını çarpma anında kolayca yok edebilir. Ayrıca, Dünya'nın en sonunda bir enkaz kozasına hapsedildiği varsayılan Kessler sendromu göz önüne alındığında, dünya çapındaki uzay programlarını da sonlandırabilir. Dahası, GPS gibi kritik uzay altyapısı ve hizmetleri göz önüne alındığında, uzaydaki çatışmalar, siber uzaydakiler bile, Dünya'daki bir çatışmayı tetikleyebilir veya daha fazla yakınlaştırabilir. Örneğin, Rusya 2022'de uydularından birini hacklemenin bir savaş ilanı olarak kabul edileceği konusunda uyardı, bu da savaşla ilgili önceki normlardan dramatik bir tırmanıştı. Senaryolar yaratmak Bu uzay siber güvenlik tehdidinin ciddiyetini fark eden güvenlik uzmanları bile büyük bir zorlukla karşı karşıya. Tartışma forumlarında, tipik olarak yalnızca birkaç yetersiz senaryo dikkate alınır: Uydu korsanlığı ve sinyal bozma veya aldatma gibi belirsiz konular. Ancak tüm olasılıkları hayal edememek, güvenlik planlaması için yıkıcı olabilir, özellikle de çeşitli motivasyonlara ve hedeflere sahip bilgisayar korsanlarına karşı. Bu değişkenleri belirlemek hayati önemde. Örneğin, devlet destekli bir bilgisayar korsanının saldırısı, para peşindeki bilgisayar korsanının veya bir kaos ajanının saldırısından farklı bir yaklaşım gerektirebilir. Rapor uzaya ilişkin riskleri öngörmek için siber saldırıları hayal etmek anlamına gelen bir ICARUS matrisi sunuyor. Raporda yer 42 senaryodan üçü şöyle: 3D veya eklemeli yazıcı, uzay görevlerinde talep üzerine parçaları hızla oluşturmak için paha biçilmez bir kaynak olabilir. Bir bilgisayar korsanı, bir uzay istasyonundaki yazıcıya erişebilir ve yazdırdığı parçaların içinde küçük kusurlar oluşturmak için yeniden programlayabilir. Bu arızaya dayanıklı bileşenlerden bazıları kritik sistemlerin parçaları olabilir. Hacklenmiş bir 3D yazıcı, uzay istasyonuna hatalı parçalar yerleştirmek için kullanılabilir. Bir bilgisayar korsanı, yanlış atmosfer, sıcaklık veya su okumalarını göstermek için bir gezegensel sondajdan gelen verileri bozabilir. Örneğin, bir Mars gezgininden gelen bozulmuş veriler, bir bölgenin önemli miktarda yeraltı su buzu olduğunu yanlış bir şekilde gösterebilir. Alanı daha fazla keşfetmek için başlatılan herhangi bir sonraki görev boşa gidecektir. 1938'de, uzaylı saldırısıyla ilgili bir radyo draması, birçok dinleyicinin bunun kurgusal olduğunu fark etmemesi üzerine paniğe yol açtı. Benzer şekilde, bir hacker, Dünya Dışı Zekası veya METI projesinin dinleme akışlarına erişebilir ve METI'nin transkripsiyonuna uzaylı diline benzeyen bir şey ekleyebilir. Daha sonra bunu medyaya sızdırabilir, potansiyel olarak dünya çapında paniğe yol açabilir ve finans piyasalarını hareketlendirebilir. Raporumuzdaki diğer senaryolar arasında içeriden gelen tehditler, yapay zeka zaafları, sahte saldırılar, eko-terörizm, fırlatma sırasında fidye yazılımları ve asteroit madenciliği, dünya dışı koloniler ve uzay korsanları gibi daha uzak senaryolar yer alıyor. Daha iyi güvenlik için hikayeler İnsanlar, ister tarih öncesi kamp ateşlerinin etrafında ister günümüzde dijital platformlarda paylaşılsın, hikayelere yanıt vermek için programlanmıştır. Bu nedenle, yeni ve şaşırtıcı senaryolar oluşturmak, uzay siber saldırılarının görünmez tehdidini hayata geçirmeye yardımcı olabilir ve disiplinler arası uzmanların birlikte ele almasını gerektirebilecek farklı senaryolardaki nüansları vurgulayabilir. Kaynak: https://cuq.in/fJ9h
Bu ilerleme, geleneksel lityum-iyon pillerin yerine daha sürdürülebilir ve ekonomik açıdan uygun alternatiflerin geliştirilmesi konusunda yeni kapılar açma potansiyeli taşıyor. Group1 isimli bir girişimdeki mühendisler, dünyanın ilk potasyum-iyon pilini piyasaya sürdü. 18 mm çap ve 65 mm uzunluğuyla yaygın olarak kullanılan “18650” hücre formatıyla tasarlanan pil, mevcut cihazlarla uyumluluk sağlıyor. Söz konusu pil, 3,7V nominal voltajda çalışıyor, böylece çağdaş elektronik cihaz ve sistemlerle uyumluluğu garanti altına alıyor. Bu haliyle pilin, maliyetli olan yeniden tasarım ihtiyacını da ortadan kaldırması bekleniyor. 14. kez düzenlenen Beyond Lithium Konferansı’nda açıklanan bu ilerleme, geleneksel lityum-iyon pillerin yerine daha sürdürülebilir ve ekonomik açıdan uygun alternatiflerin geliştirilmesi konusunda yeni kapılar açma potansiyeli taşıyor. Bu potasyum-iyon pilin en dikkate değer özelliklerinden birisi de etkileyici performansı; kapsamlı testler, yalnızca beklentileri karşılamakla kalmayıp aştığını da gösteriyor. Ömrünü tamamlamadan önce çok sayıda şarj ve deşarj döngüsüne dayanma yeteneğiyle olağanüstü bir döngü ömrü sergileyen pil, pil ömrünün kritik derecede önemli olduğu elektrikli araçlar da dahil olmak üzere çeşitli uygulamalar için paradigma değişimine neden olabilir. Güçlü bir deşarj performansı sergileyerek gücü etkili bir şekilde iletme kapasitesi de sağlayan bu pil, 160-180Wh/kg gravimetrik yüksek enerji yoğunluğuna sahip. Bunun “üstün çevrim ömrü ve mükemmel deşarj kapasitesi” sunduğunu belirten şirkete göre geliştirdikleri pil, elektrikli araçlar ve taşınabilir elektronik cihazlar gibi yüksek performanslı mobilite uygulamaları için uygun bir alternatif sunuyor. 18650 potasyum-iyon pil, maliyet ve etkinlikle ilgili zorluklarla karşılaşan LiFePO4 (LFP) bazlı lityum iyon piller ve sodyum iyon piller (NIB'ler) için cazip bir alternatif olarak karşımıza çıkıyor. Dünyanın ilk 18650 potasyum-iyon pilini tanıtmaktan heyecan duyduklarını söyleyen Group1 İcra Kurulu Başkanı Alexander Girau, bu yeniliğin, yıllarca süren özverili araştırma ve ürün geliştirme sürecinin meyvesi olduğunu söylüyor. Kaynak: https://interestingengineering.com/energy/first-18650-potassium-ion-battery-debuts
Bath Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, boyalardan kumaşlara kadar neredeyse her yerde kullanılan zararlı maddeleri içeren ve bazı durumlarda parçalanması bin yıldan fazla zaman alan sonsuz kimyasalları (PFAS) sudan etkili bir şekilde izole eden, seramikle doldurulmuş monolitler yarattı. 4 cm boyutunda “kafes” şeklindeki monolitler, seramik indiyum oksit mürekkebinin 3D yazıcıyla sıkılmasıyla üretiliyor. Kimyasalları su kaynaklarından arındırmak için tasarlanan bu kafesler, PFAS için mıknatıs görevi görerek bu zararlı molekülleri yakalayıp tutuyor. Monolitlerdeki indiyum oksit, PFAS’yi çekip bağlayarak hızla sudan uzaklaştırıyor. Bu teknik, sadece üç saat gibi bir sürede söz konusu kirletici maddelerin %75 kadarını sudan temizleyebiliyor. Bu basit ve etkili yöntem, su kaynaklarının büyük ölçekte temizlenmesi için hayati bir araç haline gelme potansiyeli taşıyor. Bilindiği üzere PFAS, üreme sorunları, gelişimsel bozukluklar, kalp hastalığı ve artan diyabet riski dahil olmak üzere ciddi sağlık sorunlarıyla ilişkilendiriliyor. Bu nedenle söz konusu zararlı kirleticilerin sulardan uzaklaştırılmasına yönelik stratejiler geliştirmek kritik öneme sahip. Sonsuz kimyasalların su arıtma ve halk sağlığı konusunda önemli bir sorun olduğunu söyleyen Bath Kimya Mühendisliği Bölümü’nden araştırma görevlisi Liana Zoumpouli, “Çok fazla enerji kullanmadan bu kimyasalları sudan uzaklaştırmanın etkili bir yolunu yarattık,” diye açıklıyor. Daha sonraki araştırmalarda %75’lik temizleme oranının arttırılmasına odaklanacaklarını belirtiyor. Batuhan Sarıcan Kaynak: https://interestingengineering.com/science/3d-printed-ceramic-ink-removes-pfas-from-water