1. ana sayfa
  2. Herkese Bilim Teknoloji

Herkese Bilim Teknoloji

3816 | Takipçi

Bilim & Teknoloji

Tümünü Gör

Ünlü fizikçi Umut Gürsoy hayatını kaybetti - Herkese Bilim Teknoloji

Dünyaca ünlü teorik fizikçi, Utrecht Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Umut Gürsoy, 50 yaşında hayatını kaybetti. Gelen bilgilere göre Gürsoy, ABD’de geçirdiği ani kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. Başarılı akademik kariyeri, bilim dünyasına sunduğu önemli katkıları ve öğrencileri üzerindeki büyük etkisiyle tanınan Gürsoy’un vefatı, hem bilim camiasında hem de yakın çevresinde büyük bir üzüntü yarattı. Umut Gürsoy kimdir? 1974 doğumlu olan Prof. Dr. Umut Gürsoy, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Elektrik Mühendisliği eğitimi alırken gerçek tutkusunun teorik fizik olduğunu keşfetti ve çift anadal yaparak fizik eğitimini tamamladı. Ardından İsrail’deki Weizmann Institute of Science’da yüksek lisans yaptı ve Massachusetts Institute of Technology (MIT)’de “Aspects of the PP Wave/CFT Correspondence” başlıklı teziyle doktorasını tamamladı. Akademik kariyerine Avrupa’da devam eden Gürsoy, Paris’teki Ecole Normale Supérieure, Utrecht Üniversitesi ve CERN’de (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi) araştırmacı olarak görev yaptı. 2012 yılında Utrecht Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başlayan Gürsoy, 2017’den itibaren burada profesör unvanı ile görevine devam ediyordu. Bilimsel çalışmaları ve katkıları Umut Gürsoy’un araştırmaları, özellikle güçlü etkileşimli kuantum alan teorileri ve sicim teorisi üzerine yoğunlaşmıştı. “Holografik Korespondans” (AdS/CFT Korespondansı) kavramı üzerinde önemli çalışmalar yaptı ve bu alanı hem teorik hem de uygulamalı yönleriyle geliştirdi. Gürsoy’un çalışmaları sayesinde, kuantum alan teorileri ile Einstein’ın genel görelilik teorisi arasında köprüler kuruldu. Son yıllarda Gürsoy, ağır iyon çarpışmaları, kuark-gluon plazması ve kondanse madde sistemlerindeki anormal taşıma olayları gibi güncel konulara yönelik projeler yürütüyordu. CERN’deki ALICE deney grubunun, Gürsoy’un teorik tahminlerini test etmek üzere çalışmalara başlaması, onun bilimsel etkisinin bir diğer göstergesiydi. 77 adet bilimsel makale yayımlamış, 4700’ün üzerinde atıf almış ve teorik fizik topluluğunda 30’un üzerinde h-indeks puanı elde etmişti. Ayrıca “Holography and Magnetically Induced Phenomena in QCD” isimli kitabı da bilim dünyasında büyük ilgi gördü. Umut Gürsoy, akademik hayatı boyunca 13 doktora öğrencisi, 13 doktora sonrası araştırmacı ve 40’tan fazla yüksek lisans öğrencisi yetiştirdi. Mezunlarının çoğu Cambridge, ETH Zürih gibi prestijli kurumlarda kariyerlerine devam etti. Öğretim yöntemleriyle de dikkat çeken Gürsoy, Utrecht Üniversitesi’nde 2014 yılında “Yılın En İyi Öğretim Üyesi” seçilmişti. Umut Gürsoy neden öldü? Fizikçi arkadaşları ve sevenleri Umut Gürsoy’un vefat haberini sosyal medya üzerinden duyurdu. Ömer Aygün, “Utrecht’teki en büyük dert ortağım, süper bir baba, efsane bir hoca Umut Gürsoy’u kaybettik. Üzüntüm tarifsiz” ifadeleriyle duygularını paylaştı. Ekrem Aydıner ise, “Türkiye çok kıymetli, çok kaliteli bir fizikçi evladını kaybetti” diyerek Türkiye için büyük bir kayıp olduğuna dikkat çekti. Gürsoy’un yakını Ferdi Özbakır da, “Dünyaca bilinen çok değerli bilim adamı Prof. Dr. Umut Gürsoy’u kaybettik. Ani kalp durması sonucu ABD'de vefat etti” açıklamasında bulundu. Görsel ve Kaynak: https://www.karakosehaber.com/unlu-fizikci-umut-gursoy-kimdir-neden-oldu/193754/

Kuzey Kutbu'nda ilk buzsuz güne sadece birkaç yıl kaldı - Herkese Bilim Teknoloji

Kuzey Kutbu’nda ilk buzsuz günün 2030’dan önce gerçekleşmesi bekleniyor. Kuzey Kutup denizindeki buzun tamamen yok olması Orta Avrupa’yı da etkileyecek. Kuzey Kutbu ve Kuzey Kutup denizi, iklim değişiminden çok fazla etkilendiği yeni  bilgi değil aslında. Kuzey Kutbundaki deniz buzu yıllardan bu yana küçülüyor ve deniz buzu gitgide inceliyor. Aynı zamanda, Arktik Okyanusu’ndaki buzu birikintilerini besleyen kaynaklar da giderek tükeniyor. 2020’deki MOSAiC araştırması sırasında Kuzey Kutbu’na gemiyle kolayca ulaşılabiliyordu zaten. Ve şimdiye kadarki tahminlere göre Kuzey Kutbu’nun 2050’den önce ilk kez tamamen buzsuz olabilecekti. Fakat son iklim tahminlerine göre Kuzey Kutbu'ndaki ilk buzsuz gün çok daha erken yaşanabilir. Colorado Üniversitesi bilim insanları Arktik buzunun geleceğini, 2023 yılındaki iklim durumuna göre tahmin edebilmek için çok sayıda iklim modelinden yararlandılar. Kuzey Kutup denizi, deniz buzu alanının bir milyon kilometrekarenin altına düştüğünde buzsuz kabul ediliyor. Sonuca göre ilk buzsuz gün 7 ila 20 yıl içinde yaşanabilecek. Araştırmacılar ayrıca Arktik deniz buzunun tamamen yok olması için hangi hava ve iklim koşullarının hakim olması gerektiğini de belirlediler. Tetikleyici, yaz sonu ve sonbaharda deniz buzunun önemli ölçüde incelmesiyle başlayan olaylar zinciri diyor araştırmacılar. Bunu alışılmadık derecede ılıman bir kış ve eksi 20 derecenin üzerinde sıcaklıklar izlerse, deniz buzu çok az büyür ve bir sonraki yazda güçlü bir fırtınayla bile parçalanacak kadar incelebilir. Uzmanlar küresel ısınmanın beş yıllık ortalamasının 1,5 dereceye ulaşması veya bu sıcaklığı aşması halinde bu gerçekleşebilir. 2024 yılı bu eşiğe ulaşan ilk yıl oldu. Bu trend bu şekilde devam ettiği taktirde en kötü senaryo gerçeğe dönüşebilir ve Kuzey Kutbu birkaç yıl içinde buzsuz kalabilir. Deniz buzu Arktik Okyanusu için koruyucu bir örtü görevini görür. Güneş ışınlarını geri yansıtarak, altındaki suyu serin tutar. Fakat eğer bu yalıtım örtüsü yok olursa, karanlık deniz yüzeyi güneş ısınını daha fazla soğurur ve Arktik Okyanusu ısınır ki bu da sonbahar ve kış aylarında kapalı bir buz örtüsünün yeniden oluşmasını zorlaştırır. Buzsuz bir Kuzey Kutup denizi bu yüzden küresel iklimi daha da şiddetlendirir. Ancak buz kaybının Orta Avrupa’da da sonuçları olacak. Araştırmalar Kuzey Kutbu’nun çok sıcak olmasının tüm kuzey yarımkürede hava durumunu etkilediğini ve sıcak hava dalgaları, kuraklıklar, fırtınalar ve şiddetli yağışların yanı sıra kışın soğuk dönemleri gibi uç hava koşullarını tetiklediğini de gösteriyor. Görsel: Nima Sarikhani / Wildlife Photographer of the Year Kaynak: https://www.nature.com/articles/s41467-024-54508-3

Avrupa dillerinin kökeni Kuzey Pontus Bölgesi’ne uzandı - Herkese Bilim Teknoloji

Yeni genetik araştırma büyük göç dalgalarını aydınlatıyor Nature dergisinde yayımlanan 2 yeni araştırma, Avrupa’nın dilsel ve genetik kökenlerine dair önemli bulgular ortaya koydu. Araştırmaya göre, Karadeniz’in kuzeyindeki bölge Avrupa'nın ilk çiftçileri ile Avrasya steplerinin avcı-toplayıcı ve hayvancı topluluklarının kesişim noktasıydı. Bu bölgeden yayılan büyük göç dalgaları, Avrupa’nın genetik yapısını ve kültürel gelişimini derinden etkiledi. Yeni genetik araştırmalar, Avrupa ve Asya’nın tarihini şekillendiren Yamna kültürünün kökenlerini ve Hint-Avrupa dillerinin yayılışını aydınlatıyor. Karadeniz ve Hazar Denizi’nin kuzeyindeki Avrasya steplerinde M.Ö. 3300 civarında ortaya çıkan Yamna halkı, M.Ö. 3000 yılına gelindiğinde Macaristan’dan Kazakistan’a kadar geniş bir coğrafyaya yayılmıştı. Ancak onların kökeni çok daha eskiye dayanıyor. Araştırmacılar, bölgede yaşamış 81 tarihöncesi bireyin genom verilerini inceledi. Sonuçlar, Kuzey Pontus avcı-toplayıcılarının Balkan ve Doğu Avrupa kökenli olduğunu, zaman içinde Avrupalı çiftçilerle ve Kafkas avcı-toplayıcılarıyla karıştıklarını gösterdi. Ancak asıl büyük değişimler, Neolitik Çağ’da (M.Ö. 4500 civarı) başlayan göç dalgalarıyla yaşandı. Üç büyük göç dalgası Avrupa'yı şekillendirdi Araştırmaya göre, bu bölgede üç büyük göç dalgası meydana geldi: Kafkasya ve Aşağı Volga’dan Gelen İlk Göç (M.Ö. 4500): Bu göç dalgası, yerel avcı-toplayıcıları büyük ölçüde atlayarak, Trypillia kültürüne ait çiftçilerle karıştı ve Usatove Kültürü'nü oluşturdu. Kafkasya ve Aşağı Volga’dan Gelen İkinci Göç (M.Ö. 4000): Bu kez göçmenler, çiftçiler yerine yerel avcı-toplayıcılarla karışarak Serednii Stih kültürünü meydana getirdi. Yamna Kültürü’nün Doğuşu (M.Ö. 3300): Serednii Stih halkının torunları olan Yamna insanları, genetik ve kültürel çeşitliliği daha da genişleterek Erken Tunç Çağı’nda büyük bir yayılma gerçekleştirdi. Özellikle Yamna kültürü, hem genetik hem de dil açısından büyük bir etki bıraktı. Proto-Hint-Avrupa dillerinin kökeninin Yamna insanlarına dayandığı düşünülüyor. Yamna göçleri, Hint-Avrupa dillerinin Avrupa’ya yayılmasında kilit rol oynadı ve bölgedeki kültürel dönüşümün itici gücü oldu. Esnek kimlik yapısı yayılmada önemli rol oynadı Araştırmacılar, Yamna  insanlarının farklı kültürlerden gelen insanları bünyelerine katma konusunda esnek bir strateji izlediğini vurguluyor. Bu sayede genetik çeşitlilikleri artarken, kültürel etkileşimler sayesinde geniş alanlara yayılmayı başardılar. Bu yeni bulgular, Avrupa'nın genetik ve dilsel kökenlerine dair uzun süredir devam eden tartışmalara ışık tutuyor. Kuzey Pontus’tan yayılan bu göç dalgaları, günümüz Avrupa’sının temel taşlarını oluşturmuş olabilir. ➡️ Bu araştırma, Hint-Avrupa dillerinin kökeni hakkında yeni sorular ortaya çıkarırken, Avrupa’nın tarih öncesi dönemlerine dair önemli bir pencere açıyor. Kaynaklar: https://www.nature.com/articles/s41586-024-08531-5 https://www.nature.com/articles/s41586-024-08372-2

Yarasaların baş aşağı uyumasının evrimsel bir nedeni var - Herkese Bilim Teknoloji

Yarasalar uçmadıklarında çoğu zaman mağara tavanlarından ya da köprü altlarından baş aşağı sarkarak dinlenirler. Peki, yarasalara özgü bu davranışın ardında ne gibi nedenler yatıyor olabilir? Bilim insanlarına göre yarasalara özgü bu tepetaklak durma davranışı  onların uçma yönündeki evrimsel yolculuklarının bir sonucu. Uzmanlık konusu yarasalar olan Illinois Yarasa Koruma Programı’nın yürütücüsü Tara Hohoff  “Yarasalar karada yaşayan memelilerden evrilip uçuşa geçtiklerinde işe uçan sincaplar gibi havada süzülerek başladılar” diyor. Humboldt  Kaliforniya Eyalet Politeknik Üniversitesi yarasa araştırmacılarından Alexander Lewis’e göre, günümüz yarasalarının ataları yüksek ağaçlara tırmanıp ağaç gövdeleri arasında süzülerek aşağıya iniyor olmalılardı. Lewis, yarasaların atalarında büyük bir olasılıkla bu inişler için evrilen güçlü bacakların zaman içinde evrilerek kanatlara dönüşmüş olabileceğini belirtiyor. Daha az enerji harcıyorlar Gelgelelim, yarasalar kuşlar gibi içleri oyuk kemiklere sahip olmadıklarından uçuş için yeterli bir güce de sahip değiller. Hohoff, “Bu yüzden yine de uçuşa geçmek için genelde baş aşağı durup kendilerini boşluğa bırakmak zorunda kalırlar,” diyor. İnsanlar için bir tepenin kenarından ya da başka bir yüzeyden aşağıya sarkmak, ister baş aşağı ister yukarıya doğru olsun, son derece zorlayıcı bir edimdir. Oysa, yarasalarda kaslar, tendonlar ve pençeler buna uygun bir biçimde evrildiğinden bu canlıların baş aşağı sarkmaları insanlara kıyasla çok daha kolaydır. Yarasa tüneyecek bir yer bulduğunda pençelerine ilişik kaslar büzülerek pençelerin açılması sağlanır. Pençeler tüneğin yüzeyine değdiğinde, yarasa bedenini gevşetir. Bu da beden ağırlığının pençelere bağlı tendonları çekmesine olanak tanır. Pençelerdeki eklemler kilitlenir ve yarasanın beden ağırlığı pençelerin kapalı kalmasını sağlar. Bir başka deyişle, yarasalar baş aşağı sarktıklarında yok denecek denli az bir enerji harcarlar; bedenleri gevşemiştir ve onların yapacağı işi yer çekimi yerine getirir. Iowa Doğal Kaynaklar Dairesi’ne göre, insanların tersine, yarasalar uzun süre baş aşağı kalabilirler. İnsanların baş aşağı durmaları kanın beyinde toplanmasına yol açabilir ve bu da zamanla çeşitli sağlık sorunlarına neden olabilir. Oysa, yarasaların küçük gövdeleri kalbin kanı her yana kolayca pompalamasına olanak tanır. Başka özellikler de evrildi Baş aşağı durma yarasalar için en uygun dinlenme yöntemine dönüştükten sonra, bu yeni yaşam biçimi çok sayıda başka özelliklerin de evrilmesine yol açtı. Örneğin, yarasa iskeleti uçuşa uygun olacak bir biçimde hafifleşti. Ulaşılması güç mağara tavanları gibi yerlerde baş aşağı durmanın yarasaları baykuş, şahin ve yılan gibi olası düşmanlarından da koruyabiliyor. Ne var ki, özellikle baş aşağı uyumayan kimi yarasa türleri de var. Örneğin, Orta ve Güney Amerika’ya özgü disk kanatlı yarasaların baş parmaklarında bulunan özel emici vantuzlar onların yaprak altlarına yapışmalarına olanak tanır. Yarasalar uçabilen tek memeliler olduklarından, bu canlılarda uçuşun evrimiyle ilgili daha geniş kapsamlı araştırmalardan çok ilginç sonuçlar elde edilebileceğine dikkat çeken Hahoff, “Yerden uçmaları görünürde daha kolay olan kimi yarasa türleri de olduğundan, bu türlerin arasındaki morfolojik farklılıkların belirlenmesi son derece ufuk açıcı bilgilere ulaşmamıza yardımcı olabilir,” diyor.          Rita Urgan Kaynak: https://www.livescience.com/animals/why-do-bats-hang-upside-down-to-sleep

Teknoloji

Tümünü Gör

Yapay zeka ve yargı etiği - Herkese Bilim Teknoloji

Etik sözcüğü Yunanca “kişilik, karakter” anlamına gelen “ethos” sözcüğünden türemiş olup, doğru davranışlarda bulunmak, iyi bir insan olmak ve insani değerler hakkında düşünme pratiği olarak tanımlanmaktadır. Her ne kadar birbirlerinin yerine kullanılsalar da ahlak ve etik farklı kavramlar olarak değerlendirilebilir. Etik, daha çok felsefenin bir alanı olarak, doğru bir biçimde yaşamaya dair yapılan araştırmaları ve bu alanda geliştirilmiş fikirleri kapsarken; ahlak, toplumsal kabuller, gelenekler, varsayımlar, kurallar ve yasalar üzerine kuruludur (Vikipedi Özgür Ansiklopedi “Etik” maddesi). Yargıda etik ilkeler ise yargıcın davranış ilkeleri olarak isimlendirilmiş, uluslararası belgeler (Bangolar Yargı Etiği İlkeleri) ve ulusal belgelerde (Hakimler ve Savcılar Kurulu, Türk Yargı Etiği Bildirgesi) yer almıştır. Bunlar bağımsızlık, tarafsızlık, dürüstlük, mesleğe yaraşırlık, eşitlik, ehliyet ve özendir. Bu ilkeler bir yargıcın görevini yerine getirirken ve görevi dışında uyması gereken yargısal (etik) ilkelerdir (Prof. Dr. Sibel İNCEOĞLU, Yargıcın Davranış İlkeleri, Beta Yayınları, İstanbul 2008). Bir yargıcın etik davranışlarını belirleyen nitelikleri ise eski hukukta (Mecelle) belirlenmiş olup günümüzde de geçerliliklerini korumaktadır. Buna göre yargıç bilge, hak ve adalet üzerine hükmedebilen, akıllı, zeki, doğru, dürüst, güvenilir, vakarlı, saygın, sağlam, kendine güvenen olmalıdır. Yargıcın, yargılama sürecinde yaptığı iş muhakemedir. Muhkeme, öncelikle zihinsel bir faaliyettir. Bunun için mantık kurallarından ve tecrübeden yararlanılır. Doğru düşünme kurallarına göre gerçeğe ulaşma yollarını gösteren mantığa göre hüküm verme, zihnin doğruyu yanlıştan ayırt etme işlemidir (KUNTER/YENİSEY/NUHOĞLU, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta, İstanbul 2009, s.625). Uyuşmazlık konusu olayda (dava), iddia (tez) ve savunmanın (antitez) bütün delilleri, hukuk kurallarıyla birlikte ve hukuka uygun biçimde yargıcın zihninde analize tabi tutulur ve sonuçta bir yargıya (sentez) varılır. Bu sonuç, hüküm ya da karar olarak ortaya çıkar. Burada yargıcın takdir yetkisi devreye girer. Hukukta hiçbir olay (dava) aynı olmadığı gibi, kişi (şikayetçi, sanık, davacı, davalı vb) de aynı değildir. Dolayısıyla yargıcın takdiri  de sonuca (hüküm/karar) etkili olabilecektir. Burada yargıcı bağlayan etik kurallar söz konusudur. Sonuç olarak yargıcın maddi gerçeği ortaya çıkarmak amacıyla, mantık ve tecrübe kuralları içerisinde, hukuka ve etik ilkelere bağlı olarak yürüttüğü zihinsel faaliyetler muhakeme olarak karşımıza çıkar. Yapay zekanın rolü ne? Yapay zeka (Artificial Intelligence-AI) genel olarak düşünme, anlama, yorumlama ve öğrenme gibi insan zekası ile gerçekleştirilen işlemlerin bilgisayar programları aracılığıyla gerçekleştirilmesi olarak tanımlanmaktadır. Başka bir deyişle yapay zeka,  dışardan aldığı verileri yorumlama, bunlardan çıkarım yaparak öğrenme ve öğrendiklerini kullanma yetisine sahip bir sistemdir. Bir çeşit insan zekasını taklit ederek çalışır ve bunu algoritmalarla gerçekleştirir. Son dönemlerde yapay zeka alanındaki gelişmelerin hız kazanması  “derin öğrenme” olarak nitelendirilen, insan beyninin yapısı ve işlevinden hareketle oluşturulan yapay sinir ağlarının kullanılmasına dayanan öğrenme tekniğinin uygulamaya konulması etkili olmuştur. Dijital teknolojilerdeki olağanüstü gelişmeler sonucu yapay zeka sistemleri hayatın her alanında yaygın şekilde kullanılmaya başlanmıştır. O nedenle ABD, Çin ve Avrupa Birliği’nde çıkartılan yasalarla çağımız “Yapay Zeka Çağı” olarak adlandırılmıştır. Yapay zeka sistemlerinin hukukta kullanılması da kaçınılmaz olmuştur. Yapay zekanın hukuk alanında kullanımıyla ilgili dergimizin 363 ve 385. sayılarında iki yazımız yayımlanmıştı. Orada da belirttiğimiz gibi, hukukta yapay zekanın kullanılması karar alma süreçlerinde önem arz etmektedir.  Bu konuda henüz yaygın bir uygulamaya geçilememiştir. ABD, İngiltere, Yeni Zelanda ve Çin’de,  bazı küçük ticari uyuşmazlıklar ve trafik suçlarında yapay zeka sistemleri deneme amaçlı olarak kullanılmış ve uyuşmazlıkların yapay zekayla donatılmış makinalar (Robot Yargıç!) tarafından çözümlenmesi yoluna gidilmiştir. Bu uygulama henüz yaygınlaşmamıştır. Ancak dijital teknolojilerdeki gelişmeler yakın gelecekte yapay zekayla donatılmış robot yargıçların yargısal karar süreçlerinde daha fazla kullanılabilecekleri de öngörülmektedir. Bu durum öğretide bazı tartışmalara yol açmaktadır. Özellikle makinelerin/bilgisayarların hüküm/karar verme noktasında yargı etiği ilkeleri yönüyle yaşanabilecek olumlu/olumsuz durumlar değerlendirilmektedir. Önümüzdeki sayıda bu alandaki değerlendirme ve düşüncelerimizi aktaracağız. Dr. Enver Kumbasar